Cumartesi, Aralık 27, 2014

STİL | Zamana yolculuk

Eğer yaşayacağım zaman dilimini seçme şansım olsaydı direk 50'lere giderdim. Çünkü o yıllarda hem vücut yapıma hem yaşam algıma dair çok şey bulurdum. Zaman makinesini geriye sardığımda tüm o dönemlerin içinde evet; 50'ler benim birincim ve bunun için de kendimce sebeplerim var. :o


Öncelikle o yıllarda bir kadına en çok yakışan şey var, zarafet var! Sonrasında ise bele oturan kloş etekler, daracık kalem etekler, daracık ceketler, fiyonklar, puantiyeler var. Yüksek belli sigaret pantolonlar, babetler ve bu ikilinin en çok yakıştığı benim stil ikonum Audrey Hepburn var... <3


Görür görmez "benim olmalı!" dediğim bu etek de beni o yıllara bir yolculuğa davet etti. Evet artık 50'lerde yaşamam için çok geçti ancak "bir parça" o hissi ziyadesiyle verebilirdi. İşte ben de o parçaya kayıtsız kalamadım ve onun peşine takıldım. Kendisinde hem ruhuma hem vücut yapıma uyan şeyler buldum. <3 O sebepten yeni sezon alışverişlerim içinde de kalbimin kraliçesi olarak hala dolabımdaki yerini koruyor.


Ama tabi bu demek değil ki gelecek başka tekliflere açık değilim :p Özellikle uzun zamandır arayıp da bir türlü istediğim gibisini bulamadığım o siyah sigaret pantolon; yakın zamanda sen de bana göz kırparsan çok sevineceğim. <3
Devamını Oku

Pazar, Aralık 21, 2014

BEN HALİ | Sihir

Olanca kalabalığına, keşmekeş trafiğine, yer bulamadığın mekanlarına, yer bulduğun için kendini şanslı saydığın metrobüslerine, yürümekte bazen zorlandığın sokaklarına rağmen bir sihri var bu şehrin. Belki de o sihir sayesinde vazgeçilmez oluyor ve o sihir sayesinde insanı mıknatıs gibi kendine çekiyor.


Şehire çok gelen sihir, görünmez bir adam eliyle de bazılarına daha başka dokunup daha çok büyülüyor. Ben de o değneğin ucundan da olsa nasibini alanlardanım ve bu yüzden İstanbul'a her gidişimde kalbim ayrı atıyor. Bunu geçmişte mekik dokuduğum Ataşehir-Bağcılar rotası da değiştirmemişti, son gittiğimde çileye dönüşen Sultanbeyli-Üsküdar yolculuğum da etki etmedi. :o


Sanırım ben İstanbul'da kendimden çok parça buluyorum. Orada hayallerimi büyütüyorum. Okyanusta minicik bir damla oluşumu ve bir gün belki dalga da olurum çabasını seviyorum. Kaybolduğum sokaklarında bir şeyler keşfedip, böyle cennet köşelerinden ve albenisinden ilham alıyorum. Ve en nihayetinde yine tası tarağı toplayıp burada yaşama düşlerine kapılıyorum.


Geçtiğimiz haftasonu yine bu hayallerle yine İstanbul'da geçti. Cumartesi rotamızda bizi lezzete, yeşile ve denize doyuran Emirgan vardı. Bunların hepsine doyduğun, bir de çok sevdiğin arkadaşlarınla olduğun gün kötü olur mu... Elbette değildi.


Bir güne maksimum ne sığdırılır hırsımı da o günlük görmezden geldim. Zira ne kadar çırpınırsam çırpınayım, hele bir de cumartesi günü 'seni yeneceğim İstanbul' diyemeyecektim. :O :) Oradan oraya koşturmayı boşverdim, onun yerine günü bol arkadaşlı ve bol kahkahalı geçirdim. Ve zaten sırf o arkadaşlar bile başlı başına İstanbul'u çok ama çok sevme sebebim. <3

Devamını Oku

Perşembe, Aralık 11, 2014

STİL |Bordo

Ne zaman ki takvimler Ekim'i göstermeye başlıyor, havanın sıcak soğuk dengesi bir şaşıyor ve ağaçlar yapraklarıyla yerleri sarıya boyamaya başlıyor; işte o vakit benim içimdeki bordo aşkının kendini dışa vurma vakti oluyor.


Arada buradaki gibi değişiklikler yapsam da etkisine genelde önce tırnaklarımdan başlıyor. Hep koyu renk oje süren ben, yaz aylarında kırmızının en canlı tonlarından ton beğenirken sonbaharın gelmesiyle o kırmızılar yerini siyaha yakın bordolara bırakıyor.


Kabandan, şala çoraptan kazağa bordo gördüğüm her şeye kalbim atarken ve elim giderken, üstüne geçtiğimiz günlerde de en keyifli rutinim Modagram'da gezinirken bu eteği gördüm ve aşık oldum! Önce sepete attım sonra sabırsızlıkla bekledim ve sonra da bu şekilde kombinledim!


Renklerin psikolojimizdeki etkileri gerçekten yadsınmaz. Mesela bordo bence kışı çok iyi taşıyor. Kışın ayazını, soğuğunu siyahla görev dağılımı yaparak omuzluyor ve birliktelikleri sanki soğuk da geçirmiyor. Bu durum sayesinde bu iki renge olan aşkım kış sonuna kadar böyle sürer gider diye düşünüyorum. O yüzden bu post'u da siyah&bordo ikilisine ama en çok bordoya ithaf ediyorum. :)


Devamını Oku

Pazar, Aralık 07, 2014

GEZİ | Nostalji

Bundan yedi sene önceydi... Daha sadece 19'ken, İzmir'i çok sevip başka bir şehrin hayalini bile kuramıyorken, tüm can arkadaşlarım İzmir'deyken, üniversite için ayrılanlar da hep civardayken hayatıma Eskişehir girmişti. Planımda olmayan bir tercihin sonucuydu ve önümde koskocaman bir dört yıl vardı.


O zaman upuzun gelmişti dört yıl. Hiç bitmeyecek gibiydi. Ama bitti. Söylenerek gittiğim, zaman zaman "İzmir'i özlüyorum" diye burun kıvırdığım şehir bana dört yıldan fazlasını kattı ve birbirinden güzel bir sürü anıyla kalbimin en güzel köşesine yerleşiverdi.

Pek çok anlamda ilk'lerim oldu. Olgunlaştırdı, büyüttü, üşüttü, yeri geldi ayaklarımı yerden kesti. Ama en önemlisi de özgürleştirdi. Gerçek olan en kıymetli hayallerimin de başrolündeydi bir kere. Can arkadaşlara gelince; o kategoriye muhteşem bir üçlü daha ekledi. Giderken ağlıyordum Eskişehir'e ama dönerken daha da abartmıştım, gözlerim son gün resmen balon gibiydi.


Okul biteli ne ara üç yıl oldu onu da bilmiyorum ama şimdilerde oraları çok özlüyorum. Hep kocaman valizlerle gittiğim, soğuğunda buz kestiğim, her köşesinde öğrenci olan, her seferinde daha da güzelleşen biricik şehrime geçtiğimiz hafta yine ama bu defa minicik bir valizle gitmiştim. Sabahın erken saatlerinde de orada olunca dinlenmek yerine elimde kahvemle tüm o zamanları düşünerek nostalji yapmayı seçtim.


Zaman Eskişehir'de yine çok çabuk geçti ancak en sevdiğim tarafı bir güne yine bir sürü şey sığdı. Ama benim en keyif aldığım Adalar'ı aheste aheste turlamaktı.

Eskilere göre daha kalabalıklaşmış ama olsun, orası her haliyle benim kabulüm. Ve zaten diyenler de haklıymış. Burada geçirdiğin güzel zamanların varsa, bir şehir sana üniversite hayatından fazlasını katıp seni dışlamadan içine aldıysa kopmak gerçekten imkansızmış.

Devamını Oku

Salı, Kasım 25, 2014

STİL | Eksik

Bu aralar bir şeylerin fazlasıyla eksik olduğunu hissediyorum. Blog ıssız, ben halsiz ve kronik grip, günler de birbirinin çok aynı sanki... Sanki üstümü örtmek için sadece bir küçük battaniyem var ve ben onu neresinden çekiştirsem olduramıyorum. Bir tarafı kapatsam diğer tarafa yetişemiyorum.

Mesela bu aralar belli şeylere yetebilmek için enerjimi dibine kadar sömürürken bazı şeyler karşısında olabildiğince düz, olabildiğince halsiz kalıyorum. Zamanın dizginleri elimdeyken gayet mutlu, ipin ucu biraz elimden kaçtığında sırtını dönmüş bir isteksiz oluyorum. :o


Ve sanırım ben feragat etmek istemiyorum. Yazma saatlerimden, okuma saatlerimden, çalışma saatlerimden, ailemle arkadaşlarımla geçen zamandan... Bunların hiçbirinden vazgeçmek istemeyince, uyku denen zavallı günah keçimin de çok üstüne gidince arada bozguna uğrayan ben oluyorum. :o


Havalar soğuk, modum ve döngüm de son zamanlarda böyle ama içimi ısıtıp sıcacık yapan şeyler de yok değil. Yekta Kopan'ın bu son öykü kitabı mesela ki onu uzun zamandır bekliyordum. O hiçbir şeye yetiremediğim battaniyemi üstüme alıp bitmesin diye günlere yaya yaya bu sıcacık öyküleri okuyorum.  Her birinin çabasızlığına, yalınlığına, su gibi akışına hayran kala kala sayfaları resmen ballandırıyorum. Açıkta kalan ve yetemediklerim ise bir köşede duruyor  görüyorum. Ama o kadar pervasızlığın da kime ne zararı vardır ki?

Mutlu haftalar herkese...

Devamını Oku

Pazartesi, Kasım 17, 2014

GEZİ |Kasım'da Bodrum


Haftasonu tatillerini seviyorum. Eğer o tatilleri iki güne en verimli şekliyle yayabilmişsem daha da çok keyiflenip mutlu oluyorum. :) Benim Kasım başına denk gelen haftasonum da böyle bir tatille geçti. Teoride iş için pratikte gezme temalı olan bu tatille hem Kasım'a hem Bodrum'a merhaba dedim. :) Ancak çok yoğun ve Merkür'le beraber geri gitmelere doyamadığım iki haftadan dolayı post'unu ancak şimdi yazabiliyorum. Neyse ki şu sıralar her şey daha yolunda.


Bodrum'a gelince... Öncelikle çok özlemişim. Gitmeden önce kendime pek çok rota belirlemiştim ki bunu son bir yıldır bir seyahat defteri yardımıyla yapıyorum ve herkese de tavsiye ederim. Tek problem gaza fazla geliyorsun ve liste biraz kabarık oluyor. Ama onun dışında daha bilinçli ve planlı bir seyahat oluyor.


Biz Cuma akşamı Bodrum'da olduk ve iki günümüz vardı. Benim açımdan böyle durumlarda en son sırada gelen şey uyku ama tek başıma gezemeyeceğim için ekibin diğer bölümü de benimle hemfikir olmalıydı. Neyse ki hep beraber olduğumuzdan uyku da kapsül tadında oldu ve tatilimiz pek güzel geçti. :)


Cumartesi sabah erken sayılabilecek bir saatte yola düştük ve ilk durağımız da Dibeklihan Kültür ve Sanat Köyü oldu. Seyyah ve mimar olan iki sanat aşığı çiftin eseri Dibeklihan'da tek şanssızlığımız dükkanların ve galerilerin bizim gitmemizden sadece bir gün önce sezonu kapatmasıydı. Her köşesi ayrı şahane bu sanat mabedinde keşfedilecek daha çook şey vardır eminim. O sebepten Dibeklihan bir sonraki Bodrum seyahatimde -hele bir de yaza denk gelirse- liste başlarımda.




Sonrasında ise tatlı bir mola için Bitez'e geçtik ki Bitez Dondurmacısı'na uğramadan olmazdı. Köy kahvesini andıran bu dondurmacıya en son dört sene falan önce gelmiştim ve nasıl özlemişim. Bir mandalinalı dondurması var ki; o mesela özellikle hararetle tavsiye. <3



Dondurma ve Bitez'den aldığımız enerjiyle ve daha yeni öğlen olan saatten aldığımız moralle merkeze geçtik. Bitez'den sonraki durağımız Zeki Müren Sanat Müzesi oldu. "Bodrum Paşası"nın yeri ayrı şahane, içi ayrı mütevazı olan evinin her bölümünde farklı hatıralar var. Fonda Zeki Müren şarkılarıyla biraz naif, biraz buruk geçiyor bu evi gezerken zaman. Bahçesine ise ayrıca bayıldım!





Müzeden çıktıktan sonra merkezde bir kafede soluklanırken ve hala denize giren insanlara bakıp çarşaf gibi denize iç geçirirken havayı karartmıştık. Günün son bölümünü de Gümüşlük için ayırdık. Ama sanırım en büyük hatayı da burada yaptık. Zira Gümüşlük şahane, Gümüşlük bambaşka, Gümüşlük insanı duygudan duyguya sürükler. Akşamı ayrı güzeldi ama gün yüzüyle görülmesi sanki çok daha iyi olurmuş. En kısa sürede her dakikasını doya doya yaşamak istediğim bu düş bahçesi benim için Bodrum'un biriciği oldu bile.


Ve bu seyahati ilk duyduğumda "Kasım'da Bodrum mu olur" diye burun kıvırmıştım. Şimdi ise tam tersini düşünüyorum. Evet Bodrum deniziyle kumuyla ayrı güzel ama onlarsız da keşfedilecek çok şeyi varmış. İşte o keşiflerle dolu iki gün sayesinde mevsimler içinde en elimin tersiyle ittiğim sonbahara da bir renk geldi. Öyle ki ben rehavet içinde yazı falan yazamazken Kasım'ı da ortalamışız. Sonuna kadar Bodrum resimleriyle içimi ısıtırım, sonrasına da artık bakarız... :)


Herkese mutlu haftalar!
Devamını Oku

Pazartesi, Kasım 03, 2014

BEN HALİ | Ciddi

Kitabımın adıyla atıf yaparak başladığım kırmızı bir pazartesiden herkese günaydın ve herkese mutlu haftalar! Kırmızının bordo tonlarıyla sonbahardan sebep fazla haşır neşirken ve biraz kitabın, biraz yağmurun biraz da vişne kırmızının etkisiyle bu pazartesi bana "ciddiyet"i çağrıştırdı.

Ve o klasik ciddiyet tanımını biraz düşünmek dahi içim sıktı. Zira hiçbir zaman fazla ciddi durumların, fazla ciddi ortamların, fazla ciddi yerlerin insanı olmadım olamadım. Böyle ortamlarda hafiften çırpınan ve darlanan halimle de pek barışamadım. :o


Sanırım o yüzden; elimden geldiğince kendimi o sulardan olabildiğince soyutlayıp ciddiyete kendimce farklı anlamlar yükledim.  Zorunluluktan ciddileşmek değil de çok sevdiğim şeyler mesela  bana göre ciddiyet. Severek emek verdiğim, yerine tekrarını koyamayacağım, kalbimi attıran, yaşadığım anı güzel ve farklı yapan şeyler asıl ciddiye alınacak listemdekiler. Onlara da bazen fazla sarılıyorum, bir avuç kumu sıkarmış gibi bazılarını elimden kaydırıyorum ama olsun.

Zihnimde canlanan o klasik ciddiyet gibi sıkıcı olacağına varsın böyle olsun! :o

Devamını Oku

Pazartesi, Ekim 20, 2014

STİL | Renk

Bazen bazı şeyleri her zamankinden daha çok istersin. Bazen tek bir tane kafiyken ya da 'azı karar' diyebiliyorken bazen istek sınırının ucunu göremezsin. İşte benim de renklerden alabildiğine güç aldığım bu kombini seçmemdeki temel neden buydu. Renklerin gücüne her zamankinden çok ihtiyacım vardı.



Bazen giyip çıkarım, bazense giydiklerimle o gün için farklı bir bağ kurarım. Mesela bu gün de bu kombindeki her bir parçayı giymekle kalmadım onlarla sadece ikimizin duyduğu minik dialoglar yaşadım! :o

İlk olarak yeşille başladım; bana 'ferahla, tazelen' dedi. 'At benim sayemde kara bulutlarını, şöyle bir derin nefes al' diye salık verdi. Bunun için de olabilecek en canlı tonlarından biriyle el verdi. Sevindim!


Bu enerjik yeşile ne yakışır diye düşünürken gardrobuma yeni katılan bu yırtık jean göz kırptı. 'Bazen her şey düzenli ve nizamlı değil, dağılmış ve kontrolsüz olunca da güzeldir' dedi. Görüntüsü de bunu doğruluyordu; ikna oldum!

Zaten çok ağır taşıyacak gücüm yoktu ve böyle hissederken bu portföy de olanca mavisiyle yardımıma koştu. İçine bu çook sevdiğim Metis Yayınları'nın alıntılarla süslenmiş defterini sığdırması da bonus oldu!


Ve sıra ayakkabılara geldi. Bu kadar renk deyip duruyorken sanırım bu stilettolardan başkası seçilemezdi. Bu sayede bir buket rengarenk gülü ayaklarımda dağıtmışım hissi ve stiletto-yırtık jean uyumu da kombinime çift kaymaklı ekmek kadayıfı oluverdi!


Renge her zamankinden çok ihtiyaç duyuyordum; kıyafetlerden yardım alarak böyle bir formül hazırladım çözüm buldum. Keşke her şeye çözüm bulmak bu kadar kolay olsa... Ama bu ara buraya girersem hiç çıkamam. O yüzden renklere ayıp etmeyeyim diyorum ve herkese iyi haftalar dileyerek bitiriyorum!
Devamını Oku

Çarşamba, Ekim 15, 2014

STİL | Tekrar

Hayatta en büyük mutsuzluk sebeplerimi sorsalar ilk üçümden biri mutlaka tekrara düşmek olur. Aynı kelime bile defalarca söylendiğinde anlamını yitiriyorsa sürekli yapılan aynı şeylerin sonu da bana göre anlamsız bir hayata çıkar. Farklı güzeldir. Denemek, cesaret etmek, değişmek, bazen ufacık kımıldamak bile iyi gelir.


Ama tekrarının süreklilik kazandığı can sıkmayan, aksine yeni keşif kapıları açan şeyler de yok değil. Mesela Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı. Tekrar tekrar okuduğum başucu kitaplarımdan olan Kürk Mantolu Madonna'dan sıkılmayı bırak her seferinde hiç okumamışım gibi hissettiğim bile oluyor. Şu sıralar yine keşfetmediklerimi keşifteyim.


Sarı sonbaharın sadece bu halini seviyorum. Onun dışında geçiş dönemi oluşundan, yazın ardından olanca sevimsizliğinden, gribi soğuk algınlığı bol mevsim oluşundan hiç hoşnut değilim. Sonbahar bence sadece böyle yapraklarla güzel.




Ve bazı şeyler de tekrar tekrar olsa bile öyle güzel. Bir roman, çok sevdiğin bir ceket, dolabının jokeri bir siyah elbise, her şeye uydurduğun bir çift küpe, bir beyaz gömlek, bir bordo oje... Bu yazı da onlardan üçüne teşekkür mahiyetinde olsun. Bir aiyah cekete, bir bordo ojeye, ama en çok da Kürk Mantolu Madonna'ya...
Devamını Oku

Cuma, Ekim 10, 2014

STİL | Spontane

Ne zaman bir şeyi çok beklesem veya bir şey hakkında olanca isteğimle plan yapsam Murphy bana mutlaka bir göz kırpar. Bu defa da dört güncük bayram tatiline kendimce bir sürü şey sıkıştırmışken neredeyse hiçbir şey yapamamamdan sebep kendisini hatırladım.


Gribal sendrom, azıcık bulutlu bir İzmir havasında sırf şu gömleğin üzerine hiçbir şey almadan çıktığım için beni bayram boyunca esiri yaptı. Planladığım şeyler de bu sayede rafa kalktı.


Spontane yaşamak ve planlı bir şekilde "to do list"ler yapmak arasında nasıl bir denge kurulur bilemiyorum. Ama ikisinden birini seçecek olursam Murhpy'nin olanca üstüme gelmesine rağmen ben 'plan yapmak' diyorum. Spontane bazen güzel ama çoğu zaman da fazla 'freni tutmayan arabaya hükmedememek' gibi. Dağılınca toparlanmaz gibi. Ben de şu sıralar fazlaca dağıldım. Toparlanmak için bir '"to do list"le başlayayım diyorum. Bir de bu defa listeyi kısa tutayım; Murphy'yi belki bu şekilde  vicdana getirmiş olurum :o
Devamını Oku

Çarşamba, Ekim 01, 2014

STİL |Taze

Yeşil deyince benim aklıma hep "taze" gelir. Çünkü yeşil ferahlatır, yeşil yeniler, yeşil güzel kokar, umutlara renk, bahara can, doğaya güç verir. Bazen bir piknik sebebi olur, bazen çıplak ayaklardan başlar tüm vücudu negatif elektrikten arındırır, bazen de gökyüzüne yüzünü dönmüş en rahat yataktır. Hem doğanın en güzel dekoru, hem çiçeklerin, börtü böceğin en yakın dostudur. Canlıdır ve her şeye yetişir.


Ton farkı sayesinde de bir sürü farklı kimliğe bürünebilir. Mesela fıstık tonunda olanı yazla çok iyiyken, zümrüte çalanı sonbaharla, kışla sıkı fıkıdır. Bildiğimiz klasik yeşil de ki işte o da benim arkamdaki ton; "taze" tanımlamasına en çok yakışandır.


Ben de sonbaharın iyice varlığını hissettirdiği şu günlerde yeşilin zümrüte çalan tonu seçtim. Ama yazı uğurlamaya gönlüm elvermediğinden fonumda da artık neredeyse doğal stüdyom olan bu çim yeşili alan olsun istedim. Günüme ve çantama da farklı bir yeşil tonuyla bir prensesi ve ikonu kapağına taşımış Milliyet Sanat Eylül eşlik ediyordu; onu da bir saatlik öğle arasını fırsat bilip çimlere serdim!  Tazelenmek için tüm koşullar hazır olduğuna göre ben de hem yeşile, hem bir yazdır stüdyom olan fonuma, hem de dolabımın bayılarak giydiğim iki parçasının yaratıcısı Modagram'a teşekkürü borç bilirim!

Herkese mutlu haftalar!
Devamını Oku

Perşembe, Eylül 25, 2014

BEN HALİ |Çok

Azla çok arasındaki o çizgide yürüyedururken pek çok defa geri dönsek de, düşüp kalksak ve dizlerimizi kanatsak da, döneceğimiz yer, vuracağımız dip hemen hemen belli olsa da "çok"un sınırı konusunda pek tamahkar olamıyoruz.  Azla çok arasında geçen  yolculukta çoğu zaman "çok"ta birikip yığılıyoruz.


Ben de hep çok olanlardanım. Çok seven, çok çalışmak için uğraşan, daha çok okumak için uykusuz kalan, bazen çok yorulan, çok alışveriş yapan, çok abartan, çok çabuk soğuyan, çok sıkılanım. "Çok"un büyüsünü tattığımdan inadına civarında gezinen, bazı zamanlar  yığılmadan dolayı kendime yer bulamayanım. Bazen son bir umut bakan, bazen bomboş ellerimle sıfıra doğru ama gözüm yine arkada yola koyulanım.


Aza doğru koyulduğum dingin yolda kalabalıklardan sıyrılıp aynalara baka baka kendime muhasebe yapanım. Bazen kabullenmeden adım atmanın mümkün olmadığını görenim. Ama yine de bazı kelimeleri, bazı anları, bazı ifadeleri "az"a yakıştıramıyorum. Mesela zamanı iki ay geri saracak olursak; sıcacık bir yaz gününde yalın ayalarımla yere basıp vücudumda negatif elektriğin kırıntısını bırakmadığım bu günü aza yakıştıramıyorum. Aksine sanırım böyle böyle "çok"a olan tutkumu pekiştiriyorum! :o
Devamını Oku

Perşembe, Eylül 18, 2014

BEN HALİ | Başka

 

Bazı zamanlar her şey çok aynı gibi, çok sıradan gibi görünse de, günler birbirinin farksız birer tekrarı gibi olsa da  aslında her zaman o kadar aynı değil, başka. Evet zeminimiz kendimiziz ama kendimize uydurduklarımız, günün farklı anında ve farklı yerinde büründüklerimiz çok başka. Evdeyken başka, ofisteyken başka, arkadaşlarlayken başka, yalnızken başka...

O başka başka maskelerden bazıları cuk oturmuş olsa da bazılarının ölçüsü tam uymuyor. Bazıları alabildiğine diriyken bazıları daha kırışık. İfadeler ve durumlar çoğu zaman farklı ancak biz hatlarımızla aynıyız. Bizi biz yapan şey de hatlarımız ama o maskeler de türlü zamanlarda kendimize aldığımız gardlarımız. O 'tam oturmuyor yakışmıyor' deyip sıkıldıklarımız da bence monoton diye burun kıvırdıklarımız.

Benim şu sıralar gardım sürekli değişiyor. Sonbahar sarısını da hissettirdiğinden arada çok bunalsam da bu post'u yazarken son derece mutluyum. Çünkü fotoğrafların çekildiği güzel günü hatırlıyorum. Ayrıca verdiğim uzunca arayı da kapatmak niyetindeyim. Hem zaten Eylülden mi bilinmez sürekli de yazasım var. :) O yüzden Eylül'ün diğer yarısına sığdırabileceğim kadar post'la geri dönüş yapıyorum!

Herkese mutlu haftalar! :)


Devamını Oku