Pazartesi, Aralık 03, 2012

KİTAP | Bu hafta başucumda



Yeni haftanın ilk gününden herkese merhaba ve herkese iyi haftalar! :) Benim için yeni haftaya başlamak demek biraz da o haftanın hangi gününde ne yapacağımı kafamda planlamak demek. Bazen aksi durumlar olsa da, gün güne uymasa da o haftaya dair bir şeyler belirlemeyi severim. Bir de planlı programlı olunca zamanın daha verimli kullanıldığı gerçeğine inanırım.
Her pazar başucumu da şöyle bir düzenlerim. O hafta neler okuyacaksam, neler izleyeceksem başucuma alırım. Birer birer de değil, böyle hepsi bir arada yamacımda olsun isterim. :) Okuduklarımı, izlediklerimi not alırım ve bu yüzden kitaplarımla, filmlerimle birlikte mutlaka bir defter ve bir kalem de olur başucumda. Bu arada özellikle kitap söz konusuysa Milliyet Kitap tanıtım yazılarıyla, röportajlarıyla, önerileriyle çok iyi bir rehber; hararetle tavsiye ederim.  
Bu yazıya da bu haftaki başucum konuk. Bu hafta neler var başucumda onları paylaşmak istedim sizlerle;


Coco Chanel-Efsanesi ve Hayatı, Justine Picardie: Yetimhanede büyüyen, sonrasında bir manastırda kalıp buradan kaçarak barlarda şarkı söyleyen, o dönem sadece hayat kadınlarıyla özdeşleştirildiği halde kırmızı ruj süren, pantolonu giyen ilk kadın olan ve daha çok çok büyük devrimler yapan bu muhteşem kadının hayat hikayesini okumayı çok istiyordum. 
Geçtiğimiz hafta edindiğim Justine Picardie'nin Coco Chanel-Efsanesi ve Hayatı adlı biyografisini görünce ve biraz karıştırınca iyi bir kaynak olduğu izlenimini edindim. Okudukça da yanılmadığımı anlıyorum. Olağanüstü bir hayatın ve başarının öyküsünü akıcı bir dille anlatmış Picardie. Yanı sıra Chanel'in hayatta kalan son arkadaşlarıyla, akrabalarıyla, çalışanlarıyla olan röportajlarla da destekleniyor kitap. Ben beğenerek okuyorum.

Bütün Şiirleri, Orhan Veli: Şiir çok severim. Benzerlerinin gelemeyeceğine inandığım bazı şairler vardır ki onların şiirlerini başucumdan ayırmaya hiç kıyamam. Onlardan biri de Orhan Veli. Şiir bu denli zorken, dizeleriyle aramda zerre yabancılık hissetmemek her şiirini bana defalarca okutuyor ve hepsinden bir şeyler bulabiliyorum kendimde. 
Aslında Orhan Veli hakkında en güzel şeyi Cemal Süreya söylemiyor mu, "Orhan Veli şiire kasket giydirdi, şiiri sivilleştirdi." diyerek...

Sevda Sözleri, Cemal Süreya: Cemal Süreya'nın bütün şiirlerinden oluşan Sevda Sözleri uzun zamandır başucumda. Bazen de çantamda ve her halimde bana eşlik ediyor. Sayfaları çevirsem de geçen zamanı hissetmiyorum. Bir nevi evim gibi. Varlığını bilmek, en gerçek halimi orada görebilmek iyi geliyor. 

Yeraltından Notlar, Dostoyevski: Aslında daha önce okumuştum bu kitabı ama yaklaşık yedi sene önceydi. Kütüphanemi karıştırırken tekrar okumak istedim. Hani deniyor ya Dostoyevski insan psikolojisini incelemede en büyük usta diye bu kitabın da insan psikolojisinin en en derinlerine dokunduğunu hatırlıyorum. Bu okuyuşumda lezzeti eminim daha bir başka olacak.

Breakfast at Tiffany's, Truman Capote: Kaçıncı defa izleyeceğim bilmiyorum, ama bazı filmler olur ya size mutluluk verir, canınız ister onları izlemeyi... İşte benim o filmlerimin başında Breakfast at Tiffany's var. Bu güzel kış günlerine de yakışır dedim, bu hafta bir gün sıcacık köşeme çekilip izleyeceğim. Sanırım birkaç gün de Moon River'ı mırıldanırım. :)

Germinal, Emile Zola: Germinal'i okumuştum. Ancak Emile Zola'nın muhteşem romanından uyarlanan filmini izlememiştim. Hem okuduğum romanın film versiyonunu merak ettim hem de üniversitede bir hocamız tavsiye etmişti bu filmi. Bu hafta izleyeceğim. Bakalım Emile Zola'nın diliyle resmen yaşattığı romanın film versiyonunun tadı nasıl...

Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupéry: Bu kitap benim içimdeki çocuk. Ve ben içimdeki çocuğu hiç kaybetmek istemiyorum. Bu yüzden Küçük Prens'imi başucumdan hiç ayırmıyorum.
Devamını Oku

Perşembe, Kasım 29, 2012

MODA | Yıllar sonra yeniden evcilik oyunu :)


Sanki çok büyükmüşüm gibi (yani 24 çok büyük değil, değil mi :) ) bu aralar çocukluk zamanlarımı ayrı bir özlüyorum. Ama zaten en güzel zamanlarımız değil mi çocukluk zamanları… Sonra vakit daha başka bir şekilde işliyor çünkü, daha bir hızlanıyor. Sana torpil geçmekten vazgeçiyor, üstüne seninle yarışıyor. 

Halbuki çocukken öyle miydi, günün neredeyse her zamanı bizimdi. Kendi yarattığımız oyunlarla dalmadığımız dünya kalmazdı. Mesela hemen her kız çocuğunun en favori oyunlarından biri evcilik oyunuydu. Binbir kılığa, binbir ruha büründüğümüz, bazen arkadaş, bazen komşu, bazen anne, bazen abla olduğumuz o güzel oyun da benim bu yazıma ilham oldu. :)

Şimdilerde böyle ara sıra Polyvore’da Pinterest’te gezinirken tıpkı o zamanlardaki gibi kendimce kombinler oluşturuyorum. Sırf keyif aldığım için. :) Günün ve “konseptin :)” o an kafamda yarattığı çağrışımlara göre setler belirliyorum. Böylelikle  de çocukluğumda bir yere değmekten mutlu oluyorum. :) Bu yazıda da daha büyümüş halimle yedi günü için yedi kombin hazırladım ve paylaşmak için de en güzel alan olarak blogu seçtim. İşte kombinlerim; :)

PAZARTESİ: Haftanın ilk günü. Biraz da sendrom günü. Ben de sendromsuz bir pazartesi için böyle naif, böyle zarif bir elbise seçtim. Makyaj da elbisenin yalınlığına uyum sağlasın dedim ve bu ton bir ruj gider diye düşündüm. Hem pazartesiye adapte olacak kadar zahmetsiz hem de haftaya kendini iyi hissederek başlayacak kadar şık değil mi... Bir arkadaş buluşması için de bence gayet ideal. :)


SALI: Sendrom atlatıldı! Bu durumda daha enerjik bir kombin salıya gider mi, bence gider. Hem rahatlık faktörü hem renk faktörü işin içine dahil olursa da sıcacık bir gün olabilir. Zaten salı bana hep renkli ve enerjik gelmiştir, bu kombin de bendeki o hissin yansıması.


ÇARŞAMBA: Hele de sabah erken uyanırken zorlanmışsam bu gün "haftanın bitmesine daha var"ı hissettirir bana. Bir yandan o yorgunluğa isyan, bir yandan hafta sonuna iki kala diye telkin... Renksizlik ve renk kendi arasında dengeleniyor; hem içimde hem de bu kombinde.



PERŞEMBE: Haftanın koşturmacasına artık alışılan bu günde yorgunluklar çok büyümüyor benim gözümde. O yüzden perşembe nasıl geçtiği anlaşılmayan günlerimden biri. Madem yorgunluğumu o kadar çok hissetmeyeceğim, koştursam bile pek dokunmayacak; o zaman böyle bir moda böyle bir kombin yakışır. Hatta akşama güzel bir plan varsa o da kotarılır. :)



CUMA: Ve bir öyle bir böyle derken yine nasıl geçtiği anlaşılmayan bir hafta! Son zamanlarım biraz sütliman olsa da ben şahsen hafta içinde ne kadar yorulursam yorulayım hemen her cuma bu hissi duyuyorum. Hafta sonu geldi diye mutluyum, hazır bir gün sonra cumartesiyken akşamı da istediğim gibi değerlendirebilirim. O yüzden pratik, renkli, şık; kombinimde bunların hepsi bir arada olsun istiyorum. :)


CUMARTESİ: Sabah istenilen saatte kalkıldı, genişçe kahvaltı yapıldı, koşturarak değil keyifle kahve içildi günün kalanı tamamen bizim, saatleri özgürce kullanabiliriz ve akşama da mesela şık bir düğün var! Evet, bu günün konsepti bu. :)
Peki her parçasına ayrı bayıldığım bu kombin böyle bir konsepte çok yakışmaz mı... Elbisenin muhteşemliği, elbiseye hayranlığını sadeliğiyle gösterip muhteşem bir denge kuran makyaj ve diğer parçalar... Hepsi tam modundaydı ve ve şık bir cumartesi akşamı için zevkle araya geldiler!


PAZAR: Abartısız, zahmetsiz kendini bir günlüğüne de olsa nadasa çekmiş gibi olmak demek bence pazar. O yüzden gün dinlenme günü! Yalın olma günü. Rahat olma günü. Sinema günü, yürüyüş günü, arkadaşlarla, sevdiklerinle geçireceğin her anın rahatlığınla daha da güzelleşeceği gün... Benim ideal bir pazar kombinim de bu şekilde.



Fotoğraflar için kaynak: Polyvore, Pinterest, H&M, Mango


Devamını Oku

Pazartesi, Kasım 26, 2012

-BEN HALİ | "Öyle değil!" demek istediklerim :)


Türkçenin hem konuşma kısmına hem yazma kısmına karşı olabildiğince hassas biri olarak böyle bir yazı yazmayı ne zamandır planlıyordum. Yanlış bir telaffuz, bir imlâhatası, bir sözcüğün yanlış yazımı içimde hemen “Öyle değiiil!” diye atlama isteği uyandırırken ben de daha fazla duramadım. :)

Tabii bu demek mi ben kusursuz Türkçe konuşuyorum veya yazarken tamamen hatasızım; eminim hayır. Ancak olabildiğince özen göstermeye çalışıyorum. Hatalarım varsa da bunları duyup düzeltmekten mutlu olurum.

Konuşmaya ve yazmaya merakım sebebiyle şöyle bir şansım da oldu benim; Başkent İletişim Bilimleri Akademisi’nde hem Diksiyon ve Etkili Konuşma hem de Spikerlik-Sunuculuk eğitimi aldım. Rüştü Asyalı, Cihangir Göker, Fulin Arıkan, Bülent Ay, Sinan Pekinton, Rıza Okur gibi çok değerli, işinin ehli hocalardan çok şey öğrendim, yanlış bildiklerimi onlar sayesinde düzelttim.

Sizlerle de sadece doğru Türkçeye önem veren biri olarak doğru yazımının ve telaffuzunun önemli olduğunu düşündüğüm bazı sözcükleri paylaşmak istiyorum.  Korkulmasın; buradan ahkâm kesecek değilim ki bu konuda had bilmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bir de zaten parmak sallar edasında bir şeyler söylenmesini hem hoş bulmuyorum hem de bu tavır daha çok yanlışa iter gibi gelir bana hep.

Ve son olarak da bir istek: Okullarda artık diksiyon dersleri de verilsin. Çünkü bilinenin aksine Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dil değil, sanıldığı kadar kolay bir dil hiç değil.

İşte benim aklıma ilk gelenler, duydukça ve gördükçe “Öyle değil! :)” demek istediklerim:

ZARAFET: Yazımı çokça karıştırılan sözcüklerden biri.  Genel olarak bilinenin aksine “zerafet” değil doğru olanı, “zarafet”.

PROGRAM: Problem bu sözcüğün yazılışında değil okunuşunda. “Proooram” diye uzatarak değil yazıldığı gibi okunuyor.

ŞARJ: Özellikle bu sözcüğün yanlış kullanılmasına küçük yaşlardan beri ciddi takıntılıyım. “Şarz” diyen ya da yazan birini görmeyeyim, kendimi tutamıyor hemen düzeltiyorum. :)

-DE’LER, -DA’LAR:Hele bu! Bu eklerin ayrı yazılması çok basit bir dilbilgisi kuralıyken “bende” yazılmasın;  lütfen! :)

HER ŞEY: Yazımı sıkça karıştırılan sözcüklerden biri daha. Yazılırken birleşik yazılmıyor arada boşluk var; dikkat! :)

HERKES: Bu sözcüğü “herkez” diye yazan var ya; ne denir bilemiyorum. Ama doğrusu tabii ki “herkes”.

KENDİ: Bunu özellikle “tikican” kızlarımıza söylemek isterim. “K”den sonra gelen E harfi. E-A karışımı bir şey değil. Dolayısıyla “keeaandi” diye okumanıza gerek yok. “Peancere” veya “teancere” için de aynı şey geçerli. :)

KARARI, YARARI, ZARARI: Bu sözcüklerden de mesela sadece “kararı” uzatılarak okunurmuş. “Yaraaaarı” veya “zaraaarı” denmiyormuş. Bu ikisinde uzatma yok.

DAHİ, DÂHİ: Buradan da görüleceği üzere bir şapka çok şeyi değiştirebilir. Hem anlamı hem telaffuzu. İlki  “o da dahil” anlamındayken ve uzatmadan okunurken, ikinci sözcük “dehası, üstün yeteneği olan” anlamında ve "A" harfini uzatarak okunuyor; “daahi” diye.

DEĞİL Mİ:  Türkçenin her zaman yazıldığı gibi okunmayacağının en güzel kanıtlarından biri. Zira yazıldığı gibi değil “diii mii” diye okunuyor. Tıpkı “değil” olarak değil “diil” diye okunduğu gibi. Ayrıca soru eki olan –mi de ayrı, buraya da dikkat! :)

LÂZIM:  Lütfen “A”  harfinin inceltildiği gözlerden kaçmasın. :)

SONRA, KAĞIT, YAPMAYACAĞIZ: Bu sözcüklerin telaffuzu da yazıldıkları gibi değil mesela. Doğru okunuş şekilleri “soora”, “kaat” ve “yapmıycaaz”.

Bu şekilde liste uzayıp gider ama dediğim gibi benim ilk aklıma gelenler bunlar. Eğer sizin de “Öyle değil!” demek istedikleriniz varsa hiç beklemeden söyleyebilirsiniz. :)

Devamını Oku

Perşembe, Kasım 15, 2012

RÖPORTAJ | Uğur Kıral ile makyaj üzerine


Güzelliğin en sihirli tamamlayıcısı olan, bazen pervasızca abartılsa da gece gündüz her durumda en çok dozundayken güzel olan, bazen kadınların en renkli dünyası bazen de en güçlü kurtarıcısı; makyaj. Yapması da bir o kadar zor ve özen gerektiriyor. Makyaja dair önemli ipuçlarını bilmek ve onları uygulayabilmek de işte bu yüzden hayli kurtarıcı.

Ben de her şeyi bilenine danışmak gerek diye düşündüm ve Türkiye’nin en genç, en başarılı, en parlayan makyaj artistlerinden Uğur Kıral’a sordum sorularımı. Uğur Kıral makyaj artistliğinin yanı sıra aldığı eğitimle alakalı olarak reklam kostümcülüğü de yapıyor. Aynı zamanda ugurkiral.com adlı blogunda mesleğiyle ilgili paylaşımlarda ve önerilerde bulunuyor. Beni de kırmadı ve tüm içtenliğiyle  –ben hali okuyucularına önemli tüyolar verdi; işte onlar ve bir de tabii ki Uğur Kıral’ın “-ben hali”; :)

Siz hem başarılı bir makyaj artistisiniz hem de aldığınız tasarım eğitimiyle alakalı çalışmalar yapıyorsunuz. Makyaj ve stil, tasarım; bunlar arasında nasıl bir bağ var sizce?

Öncelikle çok teşekkür ederim güzel iltifatların için :) Akademik kariyerim Tekstil Tasarımı üzerine olsa da, okurken sadece iki sezon tasarımcı tarafımı kullandım diyebilirim. İnsan yapmaktan keyif aldığı işte başarılı olurmuş ya, benimki de o şekilde ilerledi. Makyaj ve stil arasında birçok şekilde kuvvetli bir bağ var. Bir moda çekiminde tasarlanan ürünün kumaşına, kesimine, detaylarına bakarak hem makyajı tasarlamak hem de bütün stili bir arada tutarak gösterebilmek işin en keyifli kısmı. Tıpkı editorial bir çekim yapılmadan önce, stylistin, fotoğrafçının, makyaj ve saç artistinin bir araya gelerek ortak fikre varması ortaya çıkan işin kusursuz olmasında en büyük etken.

MAKYAJDA EN SEVDİĞİM UYGULAMA BASKIN TARAFI ÖNE ÇIKARMA TAKTİĞİ

Peki makyajda uygulamayı en sevdiğiniz stil hangisi?

Makyajda en sevdiğim uygulama esasında doğru makyajın da anahtarı olan baskın tarafı öne çıkarma taktiği. Gözlere yoğun bir renkte smokey makyaj yaptığınızda dudakların silik bırakılarak tamamlanması ya da muhteşem çizilmiş parlak renkteki bir ruja sadece aydınlık bir göz farı ve bol maskara ile uygulama yapılması gibi.

Sizce cildin makyaja nasıl hazırlanması gerekiyor? Günlük cilt bakımı da en az makyaj kadar önemli mi?

Tabii ki önemli. Gün içinde ısı, güneş, soğuk, gibi sebeplerle nemini kaybeden cildin epidermini nemli tutmak çok önemli. Nemini kaybeden cilt esnekliğini kaybeder, mimik kırışıklıklarında artış görülür. Bu olay kuru ciltlerin daha erken ve ince, yağlı ciltlerin ise daha geç ve genel kırışmasından da kolayca anlaşılabilir. Ne kadar ince veya mineral içerikli olursa olsun makyaj temizlemeden yatmamak, cildi temizleme sütü, arındırıcı tonik, ince partiküllü peeling gibi arındırıcılar ile temizlemek; daha doğal yollardan yapmak isteyenlere ise maden suyu, meyve yağları, salatalık suyu gibi nem kaynağı ürünleri kullanarak arındırılmış bir cilt sağlamak güzel ve taze görünen bir makyaj için en önemli alt yapıdır.

EN BASİT MAKYAJ HİLELERİNDEN BİRİ; KOYU RENK DARALTIR AÇIK RENK GENİŞLETİR

Yüz yapısına göre makyajın çok önemli olduğunu biliyoruz. Hangi yüz tipi hangi hatalardan kaçınmalı, neyi nasıl uygulamalı?

Bu konu esasında başlı başına saatler alabilecek bir konu. En basit makyaj hilelerinden biri koyu rengin daralttığı, açık rengin ise genişlettiğidir. Geniş alınları daraltmanın, önden bakıldığında görünen gıdıyı toparlamanın, enine doğru olan burun modelini daraltmanın, köşeli çeneyi sivriltmenin, elmacık kemiklerini belirginleştirmenin en iyi yolu koyu renk ile kontürleme yöntemidir. Bunun tersi olarak alın ortasına, burun üzerine, çene üzerine açık renk sürmek ise aydınlık alanların daha iyi ışık almasını sağlayarak, belli olmayan ancak müthiş bir anatomik değişiklik sağlayan makyaj teknikleridir. Bir de herkesin kolaylıkla uygulayabileceği küçük gözlerin içine açık renk kalem sürmek, düşük gözlerde eyeliner kuyruğunu daha dik çizmek ve kirpikleri dış yanlara doğru maskara sürerek daha çekik göstermek, ince dudaklar için ruj ile aynı renkte bir kalemle dudak hattını çizmek en bilinen yöntemlerdir.

Türk kadını sizce nasıl makyaj yapıyor? Gördüğünüz belirgin hatalar var mı?

Türk kadını makyajı benim için üç farklı şekilde genelleme gösteriyor. İlki yüzünü çok iyi tanıyan, kusurlarını bilen, malzeme kalitesinin bilincinde olan ve bir göz kalemi, parlatıcı maskara ve kapatıcı ile mucizeler yaratabilen Türk kadını. İkincisi cildindeki parlamayı, kusurlarını, izlerini, lekelerini hiç dert etmeden rahatlıkla dolaşabilen umursamaz Türk kadını. Üçüncüsü ve en rahatsız edici olanı ise, Terracota malzemelere düşkünlüğü ile bildiğimiz bronz görünmek adına maske gibi dolaşan, kendi yüzünü tanımadan, kaş göz rengine göre yanlış tonlarda makyaj yapan, göz altlarını gereğinden fazla beyazlatan, yanlış makyajlı Türk kadını. Ancak, ülkemizde satış grafikleri hızla artan profesyonel makyaj malzemeleri markaları ve onların satışında uzman yetkililer ile belirgin makyaj hataları mutlu edici bir şekilde azalmakta.

Hep kullanılan yaygın bir söylem; fondöten cilde zarar verir. Gerçekten uzun vadede fondöten cilde zarar verir mi?

Fondöten cilde içeriği sebebi ile çoğunlukla zarar vermez. Çünkü hem konusunda uzman markalar tarafından uzun süren araştırmalar sonucunda, sağlığa zarar vermeyen, alkol, paraben, yapay koku, kanserojen kimyasal ilave edilmeden üretilmektedir. Uzun vadede fondötenin zararı her gün kullanan bir insan için ne kadar ince ve kapatıcı olursa olsun, ciltteki gözeneklerini kapatıp, havasız kalması ile oluşmaktadır. Bundan korunmanın en iyi yolu da yukarıda bahsettiğim gibi, makyaj malzemesini ciltten iyice arındırarak uyumaktır.

FIRÇA, PARMAK YA DA SÜNGER KULLANMAK TAMAMEN KİŞİNİN ŞAHSİ RAHATLIĞIYLA ALAKALI

Makyaj yaparken fırça mı kullanılmalı parmaklar mı?

Makyaj yaparken, parmak, fırça, sünger kullanmak tamamen kişinin şahsi rahatlığı ile alakalıdır. Ancak örneklendirmem gerekirse, fondöteni süngerle sürmek, süngerin emiciliğinden dolayı malzeme israfına, parmakla uygulamak daha ince bir tabaka halinde uygulayabilmeye, fırça ile uygulamak ise daha kolay uygulamaya ve ellerinizi kirletmemeyi sağlar. Krem farlar, krem allıklar, dudak nemlendiricileri, ve likit aydınlatıcılar için benim tavsiyem ise parmak uygulaması.

MAKYAJ HER HALÜKARDA YOĞUN VE KALIN DURMAKTAN UZAK OLMALI
 
Günlük ve gecelik makyaj sizce nasıl olmalı?

Makyaj her halükarda yoğun ve kalın durmaktan uzak olmalı. Gündüz makyajında benim tercihim, ihtiyaç olan bölgelere fondöten ve kapatıcı uygulaması, kirpik kıvırıcı ve iki kat halinde sürülmüş maskara, krem allık ve renkli nemlendirici.
Gece makyajında ise gidilecek yere uygun olarak, daha yoğun göz makyajı, bol maskaralanmış kirpikler, elmacık kemiği kontürlemesi, hafif bir renkte allık ve uygun tonlarda bir ruj yada sadece parlatıcı.

PARFÜM SEÇİMİNDE SIKILDIKTAN BİR SAAT SONRA TENDE KALAN HALİ GEÇERLİ

Kozmetik ürünler alınırken nelere dikkat edilmeli?

Kozmetik malzemeler alınırken, baz malzemeler genel bilginin aksi olarak el üzerinde değil, çene kemiği üzerinde denenmelidir. Fondötenlerin de ince ve kapatıcı olması en önemli kıstastır. Ruj alırken, dudağın kendi renginin koyuluğunu göz önünde bulundurarak renk değişebilmesi dikkate alınmalıdır. Parfüm seçiminde sıkıldıktan bir saat sonra tende kalan hali geçerlidir. Göz ve dudak kalemleri de ne çok yumuşak ne çok sert olmalıdır. 


Uğur  Kıral’ın  “–ben hali”;
-Güne hayatta ve sağlıklı olduğum için şükrederek başlarım.

-Yaratıcı ol! benim hayatımın mottosu.

-Makyaj artisti olmanın en güzel yanı; insanların makyajı bittikten sonra aynaya baktığında yüzündeki gülümsemeyi görmek.

-Mesleğimde en çok saygıya önem veririm.

-En sevdiğim üç renk, siyah mavi ve gri.

-Makyaj malzemelerinde favori üçlüm; Maskara, kapatıcı ve dudak nemlendiricisi.

-Dita Von Teese bence makyajı ve stiliyle bir ikon.

-Keşke Merly Streep'e makyaj yapabilseydim.

-Charlize Theron'a makyaj yapmayı çok isterim.

Devamını Oku

Cumartesi, Eylül 22, 2012

-BEN HALİ | Bir sebebi olmalı



Bir şeyi bu kadar çok istiyorken, hayat sana istediklerini vermiyor ve seni istemediklerinle sınıyor; bunun bir sebebi olmalı. “Asla” dediğimiz şeyleri sekmeden yaşamamızın bir sebebi olmalı. Hayal ediyorsan, hayallerin için çaba verdiysen ve hala veriyorsan istemediklerinin burnunun dibinden ayrılmamasının, istediklerinin de elinden kum gibi kaymasının bir sebebi olmalı.

Üstelik istemediklerin daha zahmet verici, daha uğraştırıcı, daha sıkıcı. Seni daha çok yoruyor. İstediklerinse hayallerin; daha fazlası gerçekten değil...

Ve sen bu yüzden sebep arıyorsun. Hayaller ve gerçekler arasında kendi gerçeğini bir oradan bir buradan oluşturmaya çalışırken, bunun yükü yetmezmiş gibi bir de  "neden" diye soruyorsun. Bunu bir yerden sonra  da istemsizce yapıyorsun.

Bazen de alışıyorsun. Başka yollar keşfediyorsun. Yeni fikirlere, yeni yollara gerçekten alıştığını hissediyorsun. Ama bir yerde alıştıkların, bir yerde istediklerin… Onlar hep ayrı. Aradaki uçuruma bakıyorsun, yoruluyorsun.

Böyle ilerlerken zaman kalbin de hala istediklerin için atıyor. Hala uğraşıyorsun. Ve hala keyifle uğraşıyorsun. Bunca şeye rağmen bu heyecan, bunca şeye rağmen hala istemek ve aşkla istemek. İşte zaten hep bu yüzden bir sebep arıyorsun. Bunlara rağmen neden diye. Bulacak mısın, onu da bilmiyorsun…
Devamını Oku

Cuma, Eylül 21, 2012

EDEBİYAT | Yazmasam deli olacaktım


"Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım."
Bir coşkunun bu kadar yalın anlatılması, bu kadar içten olması, kendinle konuşurken bu denli samimiyet... Sait Faik'in bu satırları işte bu yüzden çok etkiler beni. Yazmak dediğimiz şey de aslında bu değil midir... Biraz gidip gelme hali, çokça samimiyet ve her zaman yalın...

Devamını Oku

Çarşamba, Eylül 12, 2012

GÜZELLİK | Son zamanların birkaç favorisi

Yaz ayları biraz da çok sevdiğim makyajdan uzak yaşama zamanlarıdır benim için. Yazları işin krem kısmıyla daha haşır neşir olurum ben, çünkü makyajın fazlasını yaza yakıştırmam. Tatile giren cildin canlılığına ya da güneşin yarattığı hafif bronzluğa bir parlatıcı, yanaklara da bir illuminator veya doğal bir allık sizce de daha çok yakışmaz mı?
Ancak artık yazı yavaş yavaş geride bırakıyoruz, makyaj çantalarımızın daha sık açılıp kapanacağı zamanlar geliyor. Tabii ki yine doğallığı ön planda tutarak.
Ben de her girdiğimde deyim yerindeyse kendimi kaybettiğim, geçen dakikaların farkında olmadığım Sephora sayesinde keşfettiğim ve çok sevdiğim birkaç makyaj ürününü paylaşacağım sizlerle. İşte onlar:


1. Benefit Stay Don't Stray Primer for Concealers & Eyeshadows: Bu ürün aslında göz makyajı için bir baz ürün. Ancak ben bazdan ziyade kapatıcı olarak kullanıyorum ve üzerine başka bir şey uygulamıyorum; çok da memnunum. Bana göre bir kapatıcıda olması gereken tüm özellikler Don't Stray'de mevcut. Kapatıcı özelliği son derece etkili bir defa, ne çok ince ne çok yoğun bir dokusu var; tam olması gerektiği gibi. Bunun yanı sıra kalıcı, son derece doğal duruyor, çizgilerin içinde birikmiyor. Hijyenik ve şık bir ambalaja sahip ve gramaj açısından da son derece avantajlı.


2.  Sephora Mineral Powder Foundation Compact: Cilt için doğru pudrayı bulmanın, bir de onun en uygun tonunu bulmanın zor olduğunu düşünüyorum ben. Ve her üründe olduğu gibi pudrada da doğallık arıyorum. Hem doğal olacak, yüzde pul pul durmayacak, hem kalıcı olacak hem de cilt rengiyle kusursuzca örtüşecek. Bu özelliklerin hepsini taşıdığından bu pudradan kolay kolay vazgeçemeyeceğim gibi görünüyor. Bana göre bir rakibi varsa MAC Studio Fix pudradır. O da bir diğer favorilerimden. 


3. Nars Orgasm Illuminator: Nars'ın likit allık ve aydınlatıcı olarak nitelendirilen bu muhteşem ürünü yaz aylarında özellikle baş tacı evet. Ancak sadece yaz aylarında kullanılacak kadar sınırlı bir ürün değil bana göre. Uyguladıktan hemen sonra ciltte ferah ve çok güzel bir his yaratıyor, aydınlatıcı etkisi de abartılı değil, gayet kararında bir ışıl ışıllık katıyor. Etkisi test edince daha iyi anlaşılıyor ve bence gerçekten muhteşem.


4. Sephora Long-Lasting Eye Liner: Fırçası güzel olan eye liner benim için en güzel eye liner. Çok ince fırçalı olanlar mesela, bana hem sürüm açısından zor geliyor, hem de fırçası çok çabuk kuruduğu için kullanışlı değil gibi. Sephora'nın bu eye liner'ı fırçasıyla benim gönlümü fethetti. Kolay sürümünün yanı sıra kalıcı da ve akmıyor ki bir diğer en önemli şey de eye liner'da galiba bu. Renk seçeneği çok ancak benim favorim füme olanı. Gri de MAC'in gri göz kaleminin üstüne yoktur sanıyordum, bu eye liner'da en az onun kadar muhteşem, onun gibi kurşuni bir gri.


5. Sephora Outrageous Volume Mascara: Rimelsiz elbette ki olmaz. Göz makyajının en biricik ürünü olduğunu düşündüğüm rimelde benim için en önemlisi kömür karası olması ve kirpikleri yapıştırmadan, top top yapmadan dolgunlaştırıp kıvırması. Bu rimel de fırçasıyla resmen konuşuyordu, boşa da konuşmuyormuş. Etkisi gerçekten mükemmel. Benim gibi rimel konusunda talihsizlikler yaşamış biriyseniz hararetle de tavsiye edilir.
Devamını Oku

Pazar, Eylül 02, 2012

BEN HALİ | Motto


Herkese bu dileklerle güzel kahvaltılı, kahve keyifli, gazete kokulu, miskinlik ödüllü, pazartesi sendromsuz mutlu pazarlar! :)


Görsel: Pinterest
Devamını Oku

Perşembe, Ağustos 16, 2012

TATİL | Renkli ve telaşsız

Geçtiğimiz hafta sonunun ardından rutinime dönmem hayli zor oldu. Öyle ki hala alışabilmiş değilim. Belki gelir gelmez koşturmam gereken işlerin fazlalığından bilemiyorum. Ama aklım hala Çeşme’de.


Çeşme hemen her İzmirli gibi benim için de çok farklı. Son dönemlerdeki popülaritesine aldanıp eskiyi unutmuyor bir defa. Bu yüzden biz İzmirliler için vefalı mı vefalı bir dost. Yeni keşfedenlere, merak edenlere de kapısı açık ancak büyüyen kalabalığına rağmen hiçbir zaman huzurda kusursuzluk etmiyor, onun için hep yer var.


























Sokakları, aslı bozulmamış yapıların verdiği o sıcaklık, arnavut kaldırımları, rengarenk tezgahlı takıcıları, nefis kumruları, leziz mi leziz sakızlı kahveleri ve dondurmaları biraz da benim için Çeşme'yi Çeşme yapan.



Dolayısıyla o cıvıl cıvıl sokaklarda doya doya yürümeden, adım başı durup bir şeylere bakmadan, Kumrucu Şevki'de kumru yemeden, Veli Usta'nın sakızlı dondurmasını, Alaçatı Orta Kahve'nin muhteşem Türk kahvesini tatmadan olmaz! :)



 Peki kalabalıklar arasındaki uzunca saatlerin ardından yoruluyor musun, bence hayır. Günün her saati, her dakikası yorgunluğu dışlarcasına canlı tutuyor insanı Çeşme. 



Bünyeye tüm yıl yetecek huzuru depolayacak her şey mevcut. Gecenin huzuru da bir başka. Sabaha kadar eğlenmeyi tercih etmediysen, sessiz de bir köşeye çekildiysen ay ışığı, dalga sesi, tenine tatlı tatlı değen rüzgar... Tüm bunların yanında hayal kurmak da bedava. :)

  

Çeşme'de hemen her sokakta görebileceğiniz bu güzel begonviller sonra... Pembenin nasıl güzel bir tonuysa içine işliyor insanın. Beyazlarıyla uyumları da muhteşem.




İşte benim bu hafta sonum böyleydi Çeşme'de. Dinlenerek, telaşsız, hiçbir yerde aynı tadı alamadığım denizinden gün batımına kadar çıkmadan, hiç vicdan azabı duymadan Çeşme lezzetlerinin tadını çıkararak, cennette bir yerlerde kaybolmuşçasına.. Sonuç olarak son derece dinginim, hala da etkisinden çıkabilmiş değilim. 

Devamını Oku

Cumartesi, Temmuz 21, 2012

-BEN HALİ | İyi ki doğdum!


Sonsuzluk...

Hayatın güzelliğini, hayatındakilerin güzelliğini en çok hissettiren o her günden farklı gün… Dolu dolu 24 olduğum gün, 20 Temmuz. Dündü, dün benim doğum günümdü, ben tabi hala yaşıyorum mutluluğunu. Tek buruk tarafı bir yas daha büyümem, iyi tarafı büyümeyi kaç olursam olayım hep reddetmem. :)

Başka ve en iyi tarafı ise yaşadıklarım,“yaşayacağım” diye heyecanlandıklarım... Ailem, dostlarım, hayatımdaki güzel insanlar… Hem zaten hepsinin aynı anda sana kendini özel hissettirmesi kadar guzel başka bir şey olabilir mi...

Bir kere de buradan teşekkür ediyorum o yüzden ben;

Başta aileme: Beni her zaman sevdikleri için, her zaman karşılıksız sevdikleri için. Konusu ne olursa olsun hep konuşabildiğimiz için, bana özgürce karar alabilme şansını hep tanıdıkları için, kararlarıma saygı duyabildikleri için, aynı zamanda dost da olabildikleri için…

Kardeş gibilere: “Güzel insan” dediğimiz şeyin varlığını ve şansını bana hep hissettirdikleri için. Şanslıyım çünkü yeni yaşımı 20 Temmuz’un ilk dakikalarında kutlayacak diye arabayı kenara çekip kocaman sarılan, hep yanımda olan, çok çok abartarak yaşadığım sevginin daha fazlasını benimle paylaşan, mutluluklarımla mutlu olup üzüntülerime en az benim kadar üzülen, bana kendimi özel hissettiren, bazen güldüğüm, bazen ağlayıp bazen endişelendiğim, ama hep güvendiğim, “kardeş” gördüğüm dostlarım var benim.

Arkadaşlarıma ve tanıdığım tüm güzel insanlara: Hayatı başka bir keyifli yaptıkları için güzel zamanları çoğalttıkları için… Ama kısa ama uzun; geçirilen her keyifli an için. Bir sürü farklı dünyanın bir sürü farklı mutluluklarına ve heyecanlarına onlar sayesinde tanık olabildiğim için, böyle çok özel günlerde gelen ve içini sıcacık yapan güzel telefonlar, mesajlar için…

Hepsi için çok ama çok teşekkürler! 24’e gerçekten çok güzel girdim ben. Tek buruk tarafı da işte dediğim gibi bir yaş büyümek oldu. Olsun onun da eminim bambaşka güzellikleri var. :)

Yeni yaşımdan dileğimse bana hep o güzellikleri göstermesi, hep sağlık ve mutluluk getirmesi, dolu dolu, her şeyden biraz sığdıracağım, güzel telaşların eksik olmadığı bir yaş olması. Ve yine en sevdiklerimle olmak, her şeyi hep onlarla paylaşmak. 


Şanslıyım ben ve “iyi ki doğmuşum” diyecek bir sürü nedenim var. Buna katkısı olanları, hep yanımda olanları, ilham olanları, hayat neşesi katanları çok çok çok seviyorum. Dün duydukça mutlu olduğum şeyi de bu defa ben onlara söylüyorum; iyi ki varsınız!




Devamını Oku

Çarşamba, Temmuz 18, 2012

-BEN HALİ | Ben yazları neden severdim



Bir kere her şeyden önce tiril tiril kıyafetlerin mevsimi olduğu için severdim. Zira lahana gibi üst üste giyinmekten hiç hazzetmezdim.
Ama işte bu yaz o tiril tiril kıyafetler bile fazla geliyor. Kaldı ki insanlar denizde ve havuzda bile terliyor. Güneş kış mevsimine o kadar söylendik diye bizi cezalandırıyor ve o kor sıcağıyla “alın size yaz” diyor.


Yazı sevmek için en klasik ama en güzel neden sonra… Deniz, kum, güneş üçlüsü. Ben de bu üçlüye bayılırdım. Buz gibi tertemiz bir denizde saatlerimi geçirmeyi, senenin tüm yorgunluğunun ve stresinin dalgalara karışıp gitmesini, böyle hafifleyebilmeyi tüm kış iple çekerdim.
Islak ayaklarımla kumlara basmaya, bazen uzandığım şezlongda ellerimle kumlar üzerinde şekiller yapmaya, buz gibi bir şeyler içip kitabımı okumaya, dalga ve rüzgar sesine karışan sohbetlere, deniz ve kum kokusuyla birleşmiş krem kokusuna bayılırdım.
Ama bu yaz bunlardan da pek eser yok. Hatırı sayılır bir grup tatilden başka her şeyi yapıyor. 40 derece sıcakta fönletilip maşalanan saçlar mı dersin, daha 20’lik kızların sahilde giydiği topuklu ayakkabılara, ağır makyajlarına mı yanarsın, yoksa o halleriyle denize bile girmemelerine mi ‘yanarsın’ bilemedim.
 Erkekler desen onlar da bir ayrı. Yine boynuna birörnek zincirlerini takan hatırı sayılır bir grup, gittiği yerin kalitesiyle “sükse yapacağım” diye koşullanmış. Tüm kış çalışıp çabalayıp vücut yapmış bir de, karnını şişirerek onu göstermeye çalışıyor. Ortaya çıkan görüntü de kelimenin tam anlamıyla kabus oluyor.
Tamam tatil dilediğin her şeyi yapmak içindir; gezilir, süslenilir, yeni şeyler, yeni yerler keşfedilir. Gerekirse dibine kadar yaşarsın günü geceyi. Ama bu ayarsız olmak demek değil ki…


Bir sebebim daha var benim yazı sevmek için; doğadaki canlılar. Çünkü yazın maliyeti daha az kışa göre. Kışın başta ısınmak maliyetli ve sen sıcacık evindeyken dışarıda titreyerek, donarak ölen canlılar var. Çok uzağa gitmeye de gerek yok daha Ekim’de olan bir Van depremimiz var. Bu yüzden bu seneki o soğuklarda “yaz gelsin” dedim hep.
Ama bu yaz doğaya da sanki pek yaramıyor. Çünkü sokaktaki canlılar bu defa da sıcaktan yanıp kavruluyor. Ben odamın balkonuna her gün bir kap su koyarak onlara kendimce yardımcı olmaya çalışıyorum. Ve doğadan, en çok da güneşten bu konuda destek bekliyorum. Arada yağmurla anlaşın aranızda diyorum. :)

Ve yazı güzel yapan bir başka şey daha; hafif lezzetler, karpuz-peynir, zeytinyağlılar…  Ama ne olursa olsun kalabalık dost sohbetli yemekler, yaz gibi renkli olanlar, yaz gibi zahmetsiz olanlar…
Ama sağ olsunlar tam aksi de gözümüze gözümüze sokuluyor bu sene. 50 TL’lik lahmacun ayran mönülerini, günlerce konuştukları yetmediği gibi görgüden de fazlasıyla uzaklaşabiliyorlar. Yine samimiyetsiz görüntüler, yine para şımarıklığı ve yine fazla sahip olanın şaşırmışlığı… 

Bu arada yazı ve yaza dair her şeyi çok seviyorum hala o ayrı. Ama işte bazı şeyler de “yaz geldi de noldu” dedirtiyor böyle bu sene.

Devamını Oku

Çarşamba, Haziran 13, 2012

-BEN HALİ | Altın Kelebek'in ardından


Bir haftadan fazla bir süredir yoktum ki sanılmasın son yazdıklarıma dayanamayıp kısa bir mola verdiğimden . J
O kadar yoruldum ki son bir haftada, pazartesi akşamı hepsini geride bırakınca, Altın Kelebek Ödül töreni de olunca evden çıkmadım. Yumuşacık koltuğumdan izledim 39. Altın Kelebek Ödül Töreni'ni.
Bu post’ta da töreninden izlenimlerimi yazmak istedim. İşte 39. Altın Kelebek’in benim hafızamda yer edenleri;


Bu seneki sunucular Yalan Dünya’nın oyuncuları İrem Sak, Öner Erkan ve Sarp Apak’tı. Fesupanallah şarkısını açılış şarkısı olarak düzenlemişler ve bence keyifli bir detay olmuş.  Yalnız aralar için hazırladıkları teaser’lar pek olmamıştı sanki.

İrem Sak, Öner Erkan ve Sarp Apak’ın sunumları bence keyifliydi ve doğaldı. Amatör ruhun güzeldir bir de, tabii bu amatörlük adı altında boş vermişlik değilse ki bence boşvermemişlerdi .

Ama şöyle bir şey de var. Türkiye’de işini çok iyi yapan çok başarılı sunucular var. Ancak ya birilerinin ego duvarına çarpıp görünmüyorlar ya da “popülerite”den yeterince nasiplerini alamamışlar. Bence hem Altın Kelebek’i hem başka ödül törenlerini düzenleyenler o iyi sunucuları da görebilmeli. Zira “gaste” diyen bir Ayşe Arman görmek istemeyen çok sayıda insan da var.


Verilen ödüllere gelince bazı istisnalar hariç çoğu ödül beklenen isimlere gitti. Ancak ödül verenlerin sayısı hayli azdı ki daha çok ve farklı isimler olabilirdi. Bunun da temeli daha iyi bir organizasyondan geçiyor ama işte o konuda hep “ama ama ama”larımız var.

Benim aklımda kalan ödüllerden ilki ise yılın şarkısı ödülünü alan Ajda Pekkan ve Tarkan’ın düeti “Yakar Geçerim”  oldu. Ödülü alırken Tarkan yoktu. Niye olmadığı da çok sorgulanmamalı. Zaten ender katıldığı ödül törenlerine, geçen seneki Tuğba Ekinci hadisesinden sonra katılmaması kesinlikle yadırganmamalı. J

En iyi kadın haber spikeri ödülü de cuk oturmuştu diyebilirim. En en beğendiğim haber spikerlerinin başında gelen Nazlı Tolga mesleğini gerçekten hakkını vererek gerçekleştirenlerden. Güzel ama güzelliği haberin önüne geçmiyor, bu olgunluğu taşıyan kaç spiker kaldı ki…

Hayal kırıklığı yaşadığım ise en iyi güncel kültür sanat programı dalındaki ödül oldu. Yekta Kopan’a gitmesini beklediğim ve öyle olması gerektiğini düşündüğüm ödülün Güneri Cıvaoğlu’na gitmesinin sebebini hala merak ediyorum. İki programa verilen emek benim gözümde çok farklı. Ve benim gözümde ödül de Gece Gündüz’ün.


Bir de bizdeki ödül törenlerindeki bir detay daha var fazlasıyla samimiyetsiz bulduğum. İbrahim Tatlıses, Ajda Pekkan gib isimler sahnede olunca suratlarındaki yapmacık ifadeyle ayakta ve elleri patlarcasına alkışlayan o güruh, genç bir müzisyen, oyuncu ödül alınca ve teşekkür konuşması yapınca anında snob, soğuk bir surat ifadesi takınıyor. İki dakikalık konuşmayı dahi  “seni dinlemem bile lütuf” bakışlarıyla dinliyor.

Bu kadar itici olmak zorunda değiller oysa ki. Hem zaten siz “büyük insanlarsınız” o yüzden kendinize külfet türlü kişiliklerle ömrünüzü geçirmek. İkisinden biri olun, gerçekten daha kolay bundan da emin olun.

Yine bizden bir klasik. Teşekkür konuşması yapacak olan bazı ödül sahipleri (genelde onur ödülü sahipleri ) sazı eline bir alıp bir daha bırakmıyorlar. Sarp Apak, Salim Dündar konuşurken  “Bu ne diyo abi” diye pot kırınca ben de üzüldüm. Ama o kadar uzun konuşmaya ne gerek var.  Konuşma kısa ve öz olunca gerçekten daha şık duruyor.


Ve son olarak bana göre gecedeki şıklara gelecek olursam; bence bu konuda da pek parlak bir manzaramız yok. Şayet kırmızı halı görgüsüzü bir hal var bizim bu tarz törenlerimizde. Abarttıkça abart, yüklendikçe yüklen mantığıyla, ödül törenini dikkat çekmek ve haber olmak için fırsat gören sığ anlayışla, başka türlü bir manzara oluşmuyor, oluşamıyor. Ama yine de göz dolduranlar oluyor.

Erkeklerde aklımda kalan Murat Boz ve mavi takımı oldu ki çok yakışmıştı. Bir de Güneri Cıvaoğlu aklımda. Maalesef.


Kadınlarda ise Gülse Birsel benim gecedeki yıldızımdı. Her anlamda. Şıklık denen şeyin bir bütün olduğunu her zamanki gibi hatırlatırcasına.
Hem muhteşem bir zekaya sahip ol, hem onu farklılığınla ve başarınla ortaya koy, hem yaz ve yazmanın zorluğuna, ciddi bir emek istediğine değin ve beni kalbimden vur J. Bir de oyna, yaratıcılığın sınırlarını zorladıkça zorla. Üstüne o kadar da sempatik olabil ve tüm bunlara rağmen şımarma.


İşte şıklık bence tam olarak böyle bir şey. Sadece kıyafetten değil senden de çok şey taşıyınca ve bunlar harmanlanınca ışıl ışıl ve zarif bir görüntü oluşuyor. Diğer türlü ise ne kadar çabalarsan çabala, maalesef olmuyor.


Devamını Oku

Salı, Haziran 05, 2012

-BEN HALİ | Kısa bir mola

Kısa desem de aslında daha fazlasını istemiyor değilim. Ama kendime bir şeyleri kısaltmayı, hatta bu aralar hep kendimden kısmayı o kadar kabullenmişim ki molanın bile fazlası vicdan azabı oluyor. Bünyemle yapmam gerekenler fena halde çatışmada bu aralar.


Günler uzunca bir zamandır çalışarak geçiyor, gecelerim ve gündüzlerim yer değiştirdi, birbirine karıştı ve bünyem de artık bu duruma isyan ediyor. Yaklaşan tonlarca sınav, mülakat, görüşmeler ve başka sorumluluklar ise isyan duyguma ağzının payını verip, "hadi" diye beni dürtüklüyor.

Bünyem bana kızıyor, babadan miras mükemmeliyetçilik yönüme, 'bir şeyin ya en iyisini yap, ya hiç' mantığıma bezgin bezgin bakıp "huyun kurusun" diyor. Diğer yapılması gerekenler de "e zaten öyle böyle yorulacaksın bari tam emek ver tam yorul, değsin" diye veriyor gazı ve hatmedilmesi gereken kitaplar, yazılması gereken yazılar, takip edilmesi gereken her şey gözünde; uyurken de rüyanda şerit şerit oluveriyor.

Bünyem tatil istiyor, "yaz gelmiş ne yazar, ben iki senedir tatil ne unuttum" diye söyleniyor. Ama bir yandan da yine o meşhur yapılması gerekenler, "tatile enerji her zaman bulunur, şimdi bir süre çalış" diye vicdan taktiğiyle bünyemi mat ediyor.

Tam olarak istediğim... Böyle bir yer.

O bitkin bünye artık kandırılmak istemiyor, telkin sökmüyor. Zamanla rekabetten sıkıldı, benim ona dayattıklarımdan bunaldı. Ama işte napayım benim de nazım yine ona geçiyor. Başka türlü baş edebilsem keşke ama olmuyor. Diğer sorumluluklar "az uyku gerek" diyor, "vaktin en çok bana" diye dayatıyor. Benim de tek kaynağım, tek dayanağım bünyem...

Ama bu aralar artık söz geçiremez hale geldim. Mide ve baş ağrılarıyla, artan stresle sinyal vermeye başladı "benden bu kadar" demesine de ramak kaldı. Kötüsü diğer taraf da hayli katı, hiç ödün vermiyor o yüzden tek umudum zamandan... Çabucak geçebilme gibi bir sihri olan ve istediği zaman üzerimizde bu özelliğini hissettirebilme gibi büyük yeteneğe sahip olan zamandan şu sıralar tek dileğim çabucak ve iyi bir şekilde geçmesi.

Arada kaldım, yardım istiyorum, zamanın da desteğini bekliyorum. Bünyem için de farklı planlarım var ama maalesef şimdi değil. Ne zaman onu da kestiremiyorum, artık bakalım 'zaman' diyorum :) 
O sebeple şimdilik şöyle bir mola veriyorum ona; kısa ama güzel. Ve dinlendirici. Zaten biliyorum, kızsa da bu aralar anlar yine o beni. :)




Devamını Oku

Perşembe, Mayıs 31, 2012

-BEN HALİ | Üniversite yılları


“Geri dönme şansınız olsa hayatınızın hangi yıllarına dönmek isterdiniz?” Dönem dönem hepimize sorulan, arada da kendimize sorduğumuz bu klasik sorunun yanıtı benim için üniversite yılları. Üniversite yılları diye anacak kadar uzak bir geçmiş olmasa da, okulum henüz geçtiğimiz yıl bitmiş olsa da ben şimdiden baya özlüyorum üniversite hayatını.
Artan özlemim sebep oldu; o güzel dönemleri yazmak istedim ben de bu postta. Hem biraz geçmişe gitmek için, hem de naçizhane izlenimlerimi, edindiklerimi sizlerle paylaşmak, bu post aracılığıyla sizin anılarınıza da ortak olmak için. J
İşte benim dört senemin özeti;

Küçükken... Daha birinci sınıf :)
Bebeklikten başlar, aynı üniversitede devam eder, hala devam eder :)

Küçücükken... Daha birinci sınıf :)
Birinci sene: Ve ilk yıl! Yaşadığınız şehir dışında geçiriyorsanız üniversite yıllarını, aileyle ilk uzun süreli vedalaşma! On sekiz yıllık hayatına yerleştirdiğin dostlarınla ağlaya sızlaya ayrılık. Benim için çok zor olmuştu.
Eskişehir’e gittiğim ilk aylarda “Ben bu şehri hiç sevmedim, ailem arkadaşlarım İzmir’de, İzmir’den güzel şehir yok”  diye sızlanarak somurtmuştum. Şimdi düşününce yazık etmişim o zamana diyorum.
Ama gel gör ki o zaman öyle olmuyor. J Yurda atılan ilk adım, telefon sesinden, hatta terlik sesinden bile rahatsız olan ilk oda arkadaşım, sonra kimseyi tanımıyorsun… JHadi gel somurtma, sızlanma. J
Sonraki sabah farklı bir oda talebi için yurt görevlisinin yanına gidince, daha normal ve hatta gayet keyifli oda arkadaşlarım olunca baktım o kadar da kötü bir yer değilmiş yurt. Okulu sevince, hatta ilk gün tanıştığım güzel insanlarla paylaşımlarımız çoğalınca baktım Eskişehir de kötü bir şehir değilmiş. J Öğrenci şehri diye bilinen bir kent olduğu için olsa gerek, pek çok arkadaşım da benim gibi ailesinden, evinden kopmuş gelmiş ve yalnız değilmişim… O sebepten ilk yadırgama halim çabuk geçti.
Sonra birlikte şehri keşfe çıktık, birbirimizi tanımaya çalıştık. Çok güldük, çok eğlendik, geceleri sabah yaptık. Güven duygumuz da normalden bir doz fazlaydı, çünkü orada birbirimizin ailesiydik. Tüm bu güzel günlerle nasıl bittiğini anlamadığım ilk senemin sonuna geldik. Okula ilk gittiğim günlerdeki İzmir’de bir üniversiteye yatay geçiş fikrim de çoktan silinmişti. J Benim için her şey çok güzeldi, yaz tatili çabucak bitseydi de Eskişehir’e gitseydim artık…

Çocukluktan, en en kıymetlilerden... Hep sıcacık bir omuz. 
İkinci sene: Tatil geçti. Bir kısmı bölümden arkadaşlarla yapıldı ve o kısmı da çok güzeldi. JEylül ayı da gün sayarak geçti. 2007-2011 yılları süresince en yakın arkadaşım olan bavullarımı hazırlamaya baya önceden başladım ve Eskişehir’e döndüm. J
Yurt hayatını çoğu kişi sevmez aslında ama ben çok seviyordum, yurdu güzelleştiren arkadaşlar vardı çünkü. O arkadaşlarla her şeyi paylaştık. Birlikte yaşamanın verdiği avantajla bakışlarımızdan ne söylemek istediğimizi anladık. O yüzden ‘eve çıkma’ fikrine de pek yakın gelmedik.
Yurt böyle keyifliydi, okul fena gitmiyordu. E ama üniversite okuyorduk. Bir şeyler katmak da lazımdı kendimize, ilk senenin acemiliği bitmişti, sadece gezip eğlenmekle de olmaz. J Okul aktivitelerine eğildik biz de yavaştan. Ki bir özeleştiri, şimdi keşke ‘daha erken davransaymışım’ diyorum. Ve birt tavsiye daha üniversiteye başlamayanlara ve hala devam edenlere; her anı, istisnasız her anınızı her anlamda zenginleştirin. J
Çünkü zaman çok hızlı geçiyor, bitmez denilen o yıllar öyle de bir bitiyor ki! J Ben de nasıl geçtiğini anlamadığım iki yıla yakın bir süredir  Eskişehir’deydim. Artık galiba oturmuştu hayatım ve öyle rutininde geçecek sanıyordum kalan süremi. Gel gör ki öyle olmadı, ha iyi ki de olmadı çünkü olması doğasına aykırı olurmuş.
Ne anlamda olmadı… Çok iyi diye tanımladığım insan sayısında önemli bir düşüş yaşandı. Kendi adıma ilk garip ve güvensizlik problemi yaşadığım arkadaşlarımı Eskişehir’de tanıdım. Bunu yaşamayan bir üniversiteli de şimdiye kadar görmedim. Zira istesen de istemesen de, hep bahsedilen hayattaki o fazlalıkları ama tanınması gerekenleri tanımadan olmuyormuş.

Bir Genç Bakış günü :)


Üçüncü sene: İkinci sınıf yazını önceki yazın aksine ‘çabucak İzmir’e gideyim’ modunda bekledim. Çünkü canım acımıştı. Hiç inanmasam da, ‘sen iyi olduktan sonra herkes iyi’ diye düşünsem de yok… Öyle değilmiş. Dünyada o kadar insan varken hep iyisi denk gelmiyormuş. Ama aslolan kötü durumda bile iyi kalabilmekmiş, hatta hayatın büyük bir bölümü için bu denebilir sanki.
Baktığında normal görünüyor insanlar gözüne, “iyi” diyorsun ama bunun psikopatı var, ruh hastası var, dedikoducusu var, yalancısı var, kimlik bunalımı yaşayanı var, sevgilisi için kendini öldürmeye kalkanı bile var.J Sonuç olarak türlü kişilikte bir sürü insan var. Pek çok çeşidini tanıdım ben de.
Ama yine şanslıydım, çünkü yola devam edebildiğim iyi arkadaşlarım hala vardı. “Artık kimseye güvenmem” derken karşıma hala kardeş gibi olan ve öyle kalacak olan güzel insanlar çıktı. Zor zamanlarda güçlenen ve sınanan dostluğa da daha sıkı sarıldım. Artık daha da bir güçlenmiştim.  
İkinci sınıfta ‘yavaştan’ başladığım kendimi başka yönlerde geliştirme isteğime yoğunlaştım sonra. Okul aktivitelerine daha çok sarıldım, şuan çok severek yaptığım blog yazarlığına başladım. Artık yurtta yaşamıyordum ve daha çok gezmeye başladım. Çevre illerdeki arkadaşlarımla birbirimize ziyaretler yaptık. Oturdu sandığım Eskişehir’deki hayatım bu defa oturuyordu galiba…

Canlar! İlk günden son güne, hala böyle ve hep böyle :)
Tanışma şeklimizden daha fazlası olduk ve
 o benim güzeller güzeli dostum :)

Dördüncü sene: Diğer üç seneden daha farklıydı benim için. Gelecek için aldığım kararları uygulama bakımından daha aktiftim çünkü son yılımda. Ekonomi okuyordum ama yapmak istediklerim daha başkaydı. Gazeteci olma hayalim vardı, ucundan kıyısından blog yazarlığıyla adımlar atıyordum ama daha fazlası olmalıydı.
Her anı koşturarak geçen günlerimin ve emeklerimin karşılığı olarak bir şehir daha girdi hayatıma. İstanbul. Ah İstanbul! Büyük aşk İstanbul! J
Artık stajyer bir muhabirdim Milliyet gazetesinde ve İstanbul, Eskişehir, İzmir üçlemesi vardı hayatımda. Şikayetçi değildim hatta dolu geçen her dakikam için mutluydum, ve daha da fazlasını istiyordum. Dayanamadım, bu üçlüye bir de Ankara’yı ekledim. JSpikerlik sunuculuk okulumla birlikte iki okulum oldu. Her şeye vakit yaratmaya çalışırken çaldığım da uyku oldu; trenlerde, otobüslerde uyuyakaldım. Bu yoğunlukla balık eti halimden eser kalmadı (ki bu da iyi oldu J). Ama pişman mıyım; hayır hem de hiç.
Çünkü tüm bunlarla tek başıma bir şeyler yapabilmenin ve başarabilmenin güzelliğininin tadına vardım. Sonra da bir daha bırakamadım. Dört senenin en büyük armağanı da kesinlikle bu oldu diyebilirim. Ağır bavullarla gezsem de sürekli, iki saatlik uykularla hatta bazen sıfır uykuyla dursam da hayallerim vardı ve yapacak gücüm de vardı o yüzden tüm o yorgunlukları boşverdim.
Sıkıştığım zamanlar oldu, Eskişehir’i ihmal etmem gereken zamanlar oldu. Ama işte hayatımın en güzel kazançlarından oradaki can dostlar toparlanmama da yardımcı oldu. Okulda yerime imzalar mı atmadılar, sınav için notlar mı bulmadılar, projelere adımı mı yazdırmadılar, toplu kütüphane çalışmalarıyla kalacağım dediğim sınavları mı geçmedim… Saymakla bitmez ve onlara teşekkür de bitmezJ

Beraber yürüdük :)

İşte böyle bir dört senem geçti ve baktığımda da “iyi ki”ler ağır basıyor. Böyle böyle çok şey öğrendim çünkü. Dümdüz değil yol onu öğrendim, kötü olan her şey bir basamak ve seni daha üste çıkarıyor onu öğrendim. Hayal kurmanın ve onlar için çaba harcamanın güzelliğini gördüm. Bakış açım genişledi, ön yargılarım kırıldı, ömür boyu hatırlayacak hocalarım oldu. Birlikte yürüdüğüm, birlikte yürüyeceğim çok güzel dostlarım oldu ve sayelerinde ailemden başka bir ailem daha oldu.
Şimdi de hayatımı bu yaşadıklarımın büyük katkısıyla şekillendiriyorum. Hayat dediğimiz şeyin yorsa da, üzse de  şeytan tüylü bir şey olduğunu ve onu aslında hepimizin çok sevdiğini o yılların katkısıyla daha bir iyi görüyorum. Bir de gerçekten baya özlüyorum. Üniversite denilince, Eskişehir denilince, televizyonda Eskişehir’i görünce, en basitinden yolda 26 plaka görünce… Heyecanlanıyorum. Anılar canlanıyor… J


Devamını Oku