Salı, Ekim 29, 2013

DÜNYA HALİ | Bazı hikayeler güzeldir...


Herkese mutlu günler ve en güzel bayram 29 Ekim'in doksanıncı yılında mutlu bayramlar! Bugün size yakın zamanda keşfettiğim ve bağımlısı olduğum bir siteden bahsedeceğim.

Hani bazı kalıp laflar vardır 'bir film izledim hayatım değişti' ya da 'bir kitap okudum hayatım değişti' gibi. Hayatınız değişir mi bilmiyorum; ama bikafalar'ı keşfedince hayat algınızda büyük ölçüde bir değişme olacağına ya da aynı şeyleri hissettiklerinizle, benzer yollardan geçtiklerinizle karşılaşmanın verdiği o güzel hissi yaşayacağınıza çok eminim.

Aslında onların böyle bir iddiaları var mı; hayır! Çünkü verdikleri emek o kadar çabasız ve yalın şeyler için ki; benim bikafalar'a ilk sempatim böyle oluştu. Sonrasında ise hayat denen şeyin büyük büyük iddialardan ne kadar uzak olduğunu, hayatın en çok, en sade haliyle algılandığında aslını gösterdiğini, hırsların, kibirilerin, bitmek bilmeyen istemelerin gereksizliğini ve bizdeki ağır yükünü, aslolanın 'standart gerçekleri' değil kalbini dinlemek olduğunu hatırlatmaları da beni mest eden tarafları oldu!

Bunların hatırlatılmasına artık çok ender gerek görülürken, insan giderek robottan ve duygusuz kararlardan ibaret sayılmaya başlanırken de her bir videoları ilaç gibi geldi!
Bence siz de çok geç olmadan bu güzel hikayeler zengini siteyi keşfedin. Bir video izlediğinizde bir sonrakini nasıl merak edeceğinizi, acaba sonrakinde kendimden ne göreceğim hissini yaşayıp tadın.

Ben bikafalar'da ilk Burak Ünaldı röportajını izlemiştim. O günden beri de her gün bir doz MFÖ-Bazen alıyorum. :) Bir de hala o röportajdan bir cümleyi düşünüyorum: "Sevdiği işi yapan hayatta bir gün bile çalışmazmış." demişti Burak Ünaldı. 

Hepimiz bu cümlede kendimiz görebiliyor muyuz... Görebiliyorsak eğer ne kadar şanslı olduğumuzun farkında mıyız...



Devamını Oku

Cumartesi, Ekim 26, 2013

GÜZELLİK | Bir ruj sürdüm çıktım!


Sendromun dibine vurduğumuz bir haftayı neyse ki sonlandırabildik ve bugün de hafta sonunun ilk günü! Ben de alarm kurmamanın verdiği dayanılmaz hafiflikle güzelce bir uyku ve kahvaltının ardından biraz tembellik yapıp blogun başına geçtim; bu post'un konusu da ruj!


Benim de hemen her kız çocuğu gibi rujla olan ilişkim epey eskilere dayanıyor. Küçükken annemin topuklu ayakkabıları giyip, en koyu kırmızı ya da pembe tonundan bir rujunu sürdüğüm günlerden bugüne aramız da hep iyi oldu.:) (Anneme yakalandığım zamanlar hariç :) )


Bir kere ruj benim için makyaj malzemelerim içinde en pratiği, en kurtarıcısı. Ve bence bu özelliğinden olsa gerek 'bir ruj sürdüm çıktım kalıbının' aramızda bu kadar yaygın olması. :) 

Bazen rol çalıp dikkatleri üzerine çeken capcanlı bir kırmızı, enerjik bir pembe; bazen de gözlere öncelik verip geri durmasıyla bilinen nude tonları. Benim de vazgeçemediklerim biraz da ince yapılı dudaklarım dolayısıyla genelde nude tonları.


Her ne kadar aralarında dönem dönem mat/parlak rekabeti olsa da bence ikisinin de yeri ayrı. Mesela çabasız oluşundan, taze duruşundan, parıl parıl parlayışından sebep yaz demek bana göre parlatıcılı rujlar demek. 

Soğuk havalar ve kışsa, biraz daha koyu kırmızı, daha mat, daha kadife değil mi... Hem zaten soğuğa kırmızılar gibi baskın, kadife gibi yumuşacık tonlarla meydan okumak gibisi var mı :)


O yüzden bence bir ruj çok şey ifade edebiliyor. Böyle modlarıma ve mevsimlerime uyum sağladığı gibi acil durum kurtarıcım olarak ofiste, çantamda, dudak koruyucusu olarak başucumda hep bulunuyor. Kendilerini seviyorum! Bu postuma konuk olup fotoğraflarıma en güzel halleriyle eşlik ettikleri için de hepsine teşekkür ediyorum! :)

Herkese mutlu hafta sonları! :)





Devamını Oku

Perşembe, Ekim 24, 2013

BEN HALİ | Görebildiğin rüya kadarsın


Rüyalara inanır mısınız? Sizi bilmem ama ben inanırım! Rüyalarla yaşamayı severim. Çok 'ciddi' işlerle uğraşmasına rağmen hala görebildiği rüyayı, kurabildiği hayali ciddiye alanları daha çok severim! Bazen onlardan güç alırım, ilham alırım. Hele ki bir de böyle bir hafta ortasındayken! 

Tam kendimi rutine kaptırmışken, hayat sadece rutinden ibaret sanarken, hayatın bu kadar dar olduğuna kendimi inandırmışken, ama aslında öyle olmadığının farkında bile değilken, uykusuzluklardan uykusuzluk beğenirken, 'eve geliyorum, yemek yiyorum, sızıp kalıyorum' temalı günlerde...


İşte yine böyle günlerden birinde Yekta Kopan'ın satırlarına rastladım. Bir cümlede takıldım kaldım, sayfalar ilerlese bile o cümleyi unutamadım. 
"Değil mi ki rüyalar gün boyu sakatlanan zihinlerimizin koltuk değnekleri." Başkalarının yazdığı satırlarda o kendini görme hissi; sizce de çok güzel değil mi...


Ve görebildiğin rüyaya inanmak, rüyaları gün boyu sakatlanan zihinlerimizin koltuk değnekleri olarak görebilmek; sizce de çok güzel değil mi...


Devamını Oku

Perşembe, Ekim 17, 2013

KOZMETİK | Clarins'le yollarımız kesişirse


Bu zamana kadar cildim için doğal bakım yöntemlerinin en iyisi olduğuna inanırdım. Çok sevdiğim gül suyu, acıbadem kremi ve doğal maskelerimle de bunca zaman mutlu mesut geçinip gittik. Ancak son zamanlarda, biraz da değişen iklimden, soğuyan havadan sebep kuru olan cildim daha bir kurudu. Yüzümü yıkadıktan krem sürmeye kadar olan o arada bile cildim resmen kuruluktan sızlıyordu. 

Baktım böyle olmayacak, yirmi beş yaş gibi de bir dönüm noktasındayım ve bu durum uzun vadede kırışıklıklara yol açacak; bir cilt uzmanından yardım almaya karar verdim. Öncelikle tabii ki de cildi içten beslemek; sigaradan uzak durmak, yoğurdu, sütü, cevizi, bademi, yeşilliği vs. eksik etmemek gerek. Ancak doğru bakım da en az bunlar kadar önemliymiş.

Sepehora'da Clarins uzmanı Sevtap Hanım uzun bir analiz sonrasında cildim için bazı ürünler önerdi bana ve artık bu güzellerleyim! Birkaç gündür birlikteyiz ve etkileri gayet gözle görülür. İşte izlenimlerim;


Clarins Creme Desalterante Super Hydratante: Kuru ciltler için olan bu ürün cilde ferahlama hissi veriyor ve yağlandırmadan gereken nem takviyesini yapıyormuş. Ciltteki su kanallarını destekleyerek, cildin her mevsime kolayca adaptasyonunu sağlıyormuş. Sephora'da analiz esnasında başka ürünler de denedik ancak ben en çok Super Hydratante'den memnun kaldım. Yağlandırmadan nem vermesiyle ve yüzde pamuk etkisi yaratmasıyla kalbimi çaldı!


Clarins Eye Contour Balm: Ürünlerimden biri göz çevresi kremi evet. :o Gerçi sürekli gülen ve mimikleri göz çevresinde yoğunlaşmış biri olarak bana oldukça fayda sağlayacak bir ürün diye düşünüyorum. :) Bu ürün hem yerleşmiş çizgilerin görünümünü hafifletiyor, hem de cilde elastikiyet sağlıyormuş. İçeriğindeki bitkisel özlerle yeni kırışıklıkların oluşmasını da önlüyormuş. Eh, madem yaş alacağız güzel yaşlanmak gerek değil mi ama :)


Clarins Eclat Minute Pinceau Perfector: Kuruluktan sebep bir diğer problemim de göz çevreme sürdüğün her kapatıcının göz çevremi pul pul yapmasıydı ve böyle olunca da sürekli gözlerimi kaşıyasım geliyordu. :o Bu sorun için Sevtap Hanım daha likit formlarda kapatıcı kullanmamı önerdi ve Eclat Minute de dokusu ve yapısıyla benim kapatıcıdan olan isteklerimi karşıladı. Bir kere sürünce asla kalıp gibi durmuyor, çizgilerin içine birikme yapmıyor ve yüzde ağırlık hissi yaratmıyor. Üstelik ambalajı da çok şık ve hijyenik!


Yukarıdaki dörtlü de temizleme sütü, tonik, boyun kremi ve gece kreminden oluşan hediyem! Bu gruptan sadece toniği deneme şansım oldu ve en çok yüzü yakmamasını, bir de kokusunu sevdim. Diğerlerini henüz denemedim ama tecrübe edince fikirlerimi yazacağım.
Bu arada Clarins ile bir başka sürpriz hazırlığı içindeyiz. O da çok yakında blogda olacak. Takipte kalın! ;)

Devamını Oku

Çarşamba, Ekim 16, 2013

TATİL | Tatil demek...


Herkese merhaba ve herkese mutlu bayramlar! :) Bu post'un konusu saçlarımın rüzgarda doyasıya özgürlüğünü ilan ettiği, kocaman gülümsemelerin yüzüme yerleşip gitmediği, Eylül'ün sakinliğinle de beraber daha bir dinginleştiğim üç günlük kısa tatilim. Çeşme'den bildiriyorum ve şimdiki yoğun tempomu da gördükçe iyi ki bu tatili yapmışım diyorum.


Bence tatil en çok senin saatlere değil, saatlerin sana uyması demek. Akşam yemeğinde, denizin tatlı yorgunluğunu uzun uzun atabilmek, akşamı, geceyi, sabahı uzattıkça uzatabilmek demek. Yıl boyu telaştan görmeyi unuttuklarını görebilmek, yapmayı ihmal ettiklerini yapabilmek demek... Okumaya uyku arasından daha çok vakit ayırmak demek!

Hele böyle altın gibi kumdan bir zemin de bulduysan onu değerlendirmeden duramamak biraz da tatil :) Deniz deyince aklına denize dair en sevdiğin şeylerin gelmesi demek. Güneş kreminin tenle karıştığı o koku, saçlarda hiçbir kuaförün yapmayı beceremediği muhteşem deniz dalgası demek... Okuyarak bir ters, bir düz güneşlenmek demek... :)


Sahilde mısır yenmiyorsa o tatil biraz eksik kalır :) O yüzden tatil deniz kenarında mısır keyfini asla ihmal etmemek demek. :) O mısırın tadını da başka hiçbir yerde bulamamak demek. )


Takmak demek, takıştırmak demek, rengarenk olmak demek tatil. Bronz tende her bir şeyi daha güzel görmek demek. :)


Biraz da gökyüzünü izlemek değil mi tatil... Gökyüzünde yeni şeyler keşfedip onları kalbine yüklemek demek. Tatilin sonuna gelindiğinde yepyeni olmak demek, pırıldamak demek. 
Yeni bizle yeni kışa hazır olmak demek. Bir dahaki yazı göz açıp kapayıncaya kadar gelmiş gibi görecek kadar enerji toplamış olmak demek! :)
Umarım hepimiz güzel bir kış geçirip, önümüzdeki yazla çabucak kucaklaşırız. Herkese kocaman sevgiler! :)

Devamını Oku

Pazar, Ekim 13, 2013

KİTAP | Pazar okumasında 'Yeraltından Notlar'


İnsanın insanı bu kadar iyi bildiğini gördükçe, insanı milim dahi atlamadan anlattığına tanık oldukça, ruha nasıl ilmek ilmek kazarcasına inilir; şaşkınlık-hayranlık karışık bir şekilde izledikçe ve iz bırakıp hiç silinmediğini gördükçe 'bu dünyadan bir Dostoevski geçmiş' değil de 'o zaten bir dünya olarak bizim dünyamıza gelmiş' diyesi geliyor insanın.
Her satırının bir sonraki için büyük merak uyandırması, Dostoyevski'nin anlattığı yalın insanın yanında aslında ne kadar yüzeysel olduğumuzu hissetmemiz de bence bundan. 


Ve onun yazdıklarına; hele ki Yeraltından Notlar'a sadece eser demek ne kadar zorsa, sonraki pek çok şeye de eser demek, roman demek, karakter demek bence bir o kadar zor.
İnsan bazen her şeyden uzaklaşıp bir kitapta kaybolmak istiyor. Dostoyevski benim için kaybolacak derinlikte bir dünya demek ve o büyük dünyaya pazar gibi sessiz bir gün sularında girebilmek çok iyi geliyor.. Üstelik anlatmaya hiç çabalamadan; bazen sadece anlamaya çalışarak ve sadece bunun iyi geleceğini bilerek...

Devamını Oku

-BEN HALİ | Gün güneşli :)


Biz daha hırkalara bile alışamamışken, Ekim kendinden beklenmeyeni yapıp buz gibi bir havayla gelmiş, geçtiğimiz hafta bize palto giydirmişti! Ama baktı olmadı; paltolar, çizmeler, kalın opak çoraplar kendisine yakışmadı o da nam yaptığı meşhur pastırma sıcaklarıyla geri döndü! :)

E zaten günün soğuk değil sıcak olmasından, gökyüzünün güneşli olmasından, o günün bir de hafta sonuna denk gelmesinden güzel şey olabilir mi? Bence hayır. :)


O yüzden biz de erkenden attık bugün sokaklara kendimizi. Anne ve kızları konseptli güzel bir gün geçirdik. Başrolü de bol ve koyu bir sohbete verdik. Anlatmak, dinlemek ve bunları anne-kardeş ikililsiyle yapmak daha bir başka... Yoğun ve uykusuz bir haftanın ardından ilaç gibi geldi diyebilirim!


Şimdi sırada en sendromsuz haliyle bekleyen bir Pazartesi var! Sonrasında da uzun bir tatil, beraberinde bayram ve çok öncesinden yapılmış planlar! Ekim de bize bu haliyle eşlik ederse, içimizi sıcacık tutmayı sürdürürse, planlara gölge yerine bu güzel güneşini düşürürse ne ala :) 

Mutlu hafta sonları ve mutlu tatiller herkese :)

Devamını Oku

Pazar, Ekim 06, 2013

-BEN HALİ | En yakın arkadaşım evleniyor!


Birçok arkadaşım birer birer gelin/damat olmuş giderken, soyadları ve profil fotoğrafları hızla değişirken, bir 'ne ara bu kadar büyüdük'  olsam da hep çok sevdiğim düğünlere daha bir yakın hissetmeye başladım kendimi.

Ama bu yazki daha bir başkaydı. Lise yıllarımın ilk günlerinden bu yana en yakınımda olan, dostluk adına her şeyi paylaştığım, güldüğüm, ağladığım, yeri gelip çok uzaklara düştüğüm güzel kuzum İrem evleniyordu.

Hissettiklerim; gözümün önünden geçen on bir yıllık bir film şeridiyle başladı, artan sevinç haliyle devam etti, kimi zaman endişelendik, çoğu zaman koşturmaktan bitap düştük ama bence hazırlıkların hemen her aşamasında çok eğlendik!

Bu yazıda da kına gecesinden ve nikahtan bazı detayları ve naçizane fikirlerimi paylaşacağım, ki bu konuda paylaşım ve yeni fikirler çok önemli diye düşünüyorum. Tecrübe edinmiş olanların da önerilerini bekliyorum. Sırada yaklaşan çook yakın arkadaş düğünü var çünkü. :)


DÜĞÜN ALIŞVERİŞİ

Bizim kına gecemiz ve nikahımız İzmir'deydi. Zaman büyük bir hızla ilerlerken biz de sabahın en erken saatlerinden akşamın geç saatlerine kadar süren alışveriş turuna başladık. İzmirliler bilir, bu konuda Kemeraltı dipsiz bir kuyudur. Ve gün sonunda pestilin çıksa da o dipsiz kuyuda düğün alışverişi inanılmaz kolaymış. Aradığımız hemen her şeyi orada bulduk. 

Kalan eksikleri de İrem'le internetten tamamladık. İnternet alışverişinde aman dikkat: siparişinizi düğününüze ya da kına gecenize en az bir hafta kala verin derim, çünkü sonra yetişme sıkıntısı olabiliyor. Biz mesela kına gecesine beş gün kala verdiğimiz için iki firmadan olumsuz yanıt aldık.



KUAFÖR/MAKYAJ

Bu konuda aslında epeyce kılı kırk yarmıştık. Zira gelin saçı, makyajı, makyajda kullanılacak ürünlerin kalitesi çok önemli. Ve biz de İrem'in her anlamda içine sinecek bir yer olması için çok sayıda kuaförden fikir aldık. Gittiğimiz salonun saç ve makyaj artistleri hakkında da oldukça iyi yorumlar duyunca İrem orada karar kıldı.

Ancak sonuç güzel olsa da Suna&Fatih Kuaför bizim için tam bir fiyaskoydu. Geline nasıl davranılır bundan bihaber olan, kötü bir tavır ve enerjiyle karşılaştık. Geline o gün her türlü ilgi ve sempati mübahken bunlardan yoksun ve suratsız bir tavır güne ister istemez gölge düşürüyor. O yüzden asla ama asla tavsiye etmiyoruz. Siz siz olun hem çalışması hem tavrı güzel olan bir kuaför seçin!


FOTOĞRAF

Kuaför fiyaskosundan sonra fotoğraf kısmı ilaç gibi geldi çünkü inanılmaz şanslıydık! İzmir'de bir arkadaşımızın çekiminde keşfettiğimiz Art Lona Photography'nin kapısını çaldık ve kapıdan girer girmez Tuğçe ve Gökhan'ın pozitif tavrı bizi sardı. Öyle ki çıktığımızda İrem çekimi çoktan dört gözle bekliyordu. :) 



Çekim kuaförde başladı, gelin evinde devam etti ve son duraklar Alaçatı ve Urla oldu. Yine İzmirlilere bir tavsiye daha; Alaçatı fotoğraf çekimi için yazın da kışın da harika bir seçenek. Taş sokaklar, kapılarını muhteşem bir konukseverlikle açan butik oteller, küçük evler... Bir de üzerine Tuğçe ve Gökhan'ın çekim esnasındaki pozitifliği, gevşeten, eğlendiren, güldüren tavrı ve sonsuz özverisi derken sonuç da tabii mükemmel oldu.



Biz o gün işini seven, işini en iyi şekilde yapan insanlarla çalışmanın güzelliğini gördük ve çok eğlendik. Şimdi de her düğünü olacak çifte tavsiye ediyoruz. Zira sadece İzmir'de değil, Türkiye'nin her yerinde çalışıyorlar.

GELİNİN YAKIN ARKADAŞLARI/KIZ KARDEŞLERİ

Bu bölüm bence böyle törenlerin en önemli kısımlarından sayılabilir. O gün hayli telaşlı, heyecanlı ve hafiften stresli olan geline yakın kız arkadaşlardan ve kız kardeşlerden oluşan bir destek kuvvet bence mutlaka gerekiyor. 



O gün hayli heyecanlı olan gelin ne telefonlara bakabiliyor, ne yemek yiyebiliyor, ne başka bir şeye adapte olabiliyor. O yüzden onun yerine her türlü detayı düşünecek, gerektiğinde moral olacak, alınmayacak, gücenmeyecek, ona sadece gelin olma kısmını yaşatacak arkadaşlar ve kardeşler çok çok önemli. Ayrıca da yaşadım gördüm işin bu kısmı çok keyifli! :)



İşte en yakın arkadaşımın kına gecesi ve nikahı bu şekilde geçti. Şimdi İrem'le Ulaş evli ve mutlu. Ve ne denir; onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine... :)





Devamını Oku

Cumartesi, Ekim 05, 2013

-BEN HALİ | Yeni güzeldir...


Uzun, upuzun bir aradan sonra yeniden merhaba! Yazmayalı ne çok olmuş! Ve ben blogu da yazı yazmayı da ne çok özlemişim.

Uzaklığımın elbette bir sebebi vardı. Son zamanlarda hayatımdaki gelişmeler ve değişimler, bunlara adapte olma süreci derken neredeyse iki ay olmuş :o Ama artık kesin dönüş yaptım sanırım.

Değişiklikler, güzel değişiklikler. İlk ve biricik mesleğim olan serbest yazarlığın yanına bir meslek daha eklendi. Artık aynı zamanda finans sektöründe bir beyaz yakalıyım; bankacıyım! Çift meslekli, hatta daha çok meslekli insanlara hep özendiğim için de iki meslekli olmaktan, ikisi için de çok çaba vermiş olmanın rahatlığını yaşamaktan dolayı mutluyum. :)

Çoğu yakınımın "bankacılık mı bir daha düşün" hezeyanlarına rağmen şimdilik korkulacak bir şey olmadığını görmem de işin çift kaymaklı ekmek kadayıfı kısmı oldu. İnsan seven, hareket seven, konuşmaya bayılan, konuşmasa içinde patlayacak yapıda biri olan bana uygun bir meslek oldu diye hissediyorum. Umarım sonrası da hissettiğim gibi olur...

Bunlar şimdiye kadar gördüklerimin güzel yanlarıydı. Ama zor tarafları da yok değil. Trafikte geçen uzun saatler (günde 4 saat :o), beraberinde gelen uykusuzluk, yapılması gereken diğer işler, sürdürülmesi gereken sosyal hayat, uğraşması zaman zaman çok zor olan insanlar, zaman zaman dev gibi olan egolar derken listem uzuyor gibi... Ama zorun ve kolayın da ayrılmaz bir ikili olduğunu kabul ettim gibi.

Bu süreçte blogu da ihmal etmeyip düzene sokmam gerek. Neyse ki tam zamanlı mesleklerinin yanında büyük bir disiplinle blog yazan bloggerlar var. Bana bu konuda ilham olacaklar. :)

İşte son iki ayımın bir kısmının özeti. Daha hepsi bitmedi ama anlatacak şey çok! :) Şimdilik herkese kocaman sevgiler gönderir, güzel mi güzel bir hafta sonu dilerim :)

Hoşça kalın... :)




Devamını Oku