Perşembe, Mayıs 31, 2012

-BEN HALİ | Üniversite yılları


“Geri dönme şansınız olsa hayatınızın hangi yıllarına dönmek isterdiniz?” Dönem dönem hepimize sorulan, arada da kendimize sorduğumuz bu klasik sorunun yanıtı benim için üniversite yılları. Üniversite yılları diye anacak kadar uzak bir geçmiş olmasa da, okulum henüz geçtiğimiz yıl bitmiş olsa da ben şimdiden baya özlüyorum üniversite hayatını.
Artan özlemim sebep oldu; o güzel dönemleri yazmak istedim ben de bu postta. Hem biraz geçmişe gitmek için, hem de naçizhane izlenimlerimi, edindiklerimi sizlerle paylaşmak, bu post aracılığıyla sizin anılarınıza da ortak olmak için. J
İşte benim dört senemin özeti;

Küçükken... Daha birinci sınıf :)
Bebeklikten başlar, aynı üniversitede devam eder, hala devam eder :)

Küçücükken... Daha birinci sınıf :)
Birinci sene: Ve ilk yıl! Yaşadığınız şehir dışında geçiriyorsanız üniversite yıllarını, aileyle ilk uzun süreli vedalaşma! On sekiz yıllık hayatına yerleştirdiğin dostlarınla ağlaya sızlaya ayrılık. Benim için çok zor olmuştu.
Eskişehir’e gittiğim ilk aylarda “Ben bu şehri hiç sevmedim, ailem arkadaşlarım İzmir’de, İzmir’den güzel şehir yok”  diye sızlanarak somurtmuştum. Şimdi düşününce yazık etmişim o zamana diyorum.
Ama gel gör ki o zaman öyle olmuyor. J Yurda atılan ilk adım, telefon sesinden, hatta terlik sesinden bile rahatsız olan ilk oda arkadaşım, sonra kimseyi tanımıyorsun… JHadi gel somurtma, sızlanma. J
Sonraki sabah farklı bir oda talebi için yurt görevlisinin yanına gidince, daha normal ve hatta gayet keyifli oda arkadaşlarım olunca baktım o kadar da kötü bir yer değilmiş yurt. Okulu sevince, hatta ilk gün tanıştığım güzel insanlarla paylaşımlarımız çoğalınca baktım Eskişehir de kötü bir şehir değilmiş. J Öğrenci şehri diye bilinen bir kent olduğu için olsa gerek, pek çok arkadaşım da benim gibi ailesinden, evinden kopmuş gelmiş ve yalnız değilmişim… O sebepten ilk yadırgama halim çabuk geçti.
Sonra birlikte şehri keşfe çıktık, birbirimizi tanımaya çalıştık. Çok güldük, çok eğlendik, geceleri sabah yaptık. Güven duygumuz da normalden bir doz fazlaydı, çünkü orada birbirimizin ailesiydik. Tüm bu güzel günlerle nasıl bittiğini anlamadığım ilk senemin sonuna geldik. Okula ilk gittiğim günlerdeki İzmir’de bir üniversiteye yatay geçiş fikrim de çoktan silinmişti. J Benim için her şey çok güzeldi, yaz tatili çabucak bitseydi de Eskişehir’e gitseydim artık…

Çocukluktan, en en kıymetlilerden... Hep sıcacık bir omuz. 
İkinci sene: Tatil geçti. Bir kısmı bölümden arkadaşlarla yapıldı ve o kısmı da çok güzeldi. JEylül ayı da gün sayarak geçti. 2007-2011 yılları süresince en yakın arkadaşım olan bavullarımı hazırlamaya baya önceden başladım ve Eskişehir’e döndüm. J
Yurt hayatını çoğu kişi sevmez aslında ama ben çok seviyordum, yurdu güzelleştiren arkadaşlar vardı çünkü. O arkadaşlarla her şeyi paylaştık. Birlikte yaşamanın verdiği avantajla bakışlarımızdan ne söylemek istediğimizi anladık. O yüzden ‘eve çıkma’ fikrine de pek yakın gelmedik.
Yurt böyle keyifliydi, okul fena gitmiyordu. E ama üniversite okuyorduk. Bir şeyler katmak da lazımdı kendimize, ilk senenin acemiliği bitmişti, sadece gezip eğlenmekle de olmaz. J Okul aktivitelerine eğildik biz de yavaştan. Ki bir özeleştiri, şimdi keşke ‘daha erken davransaymışım’ diyorum. Ve birt tavsiye daha üniversiteye başlamayanlara ve hala devam edenlere; her anı, istisnasız her anınızı her anlamda zenginleştirin. J
Çünkü zaman çok hızlı geçiyor, bitmez denilen o yıllar öyle de bir bitiyor ki! J Ben de nasıl geçtiğini anlamadığım iki yıla yakın bir süredir  Eskişehir’deydim. Artık galiba oturmuştu hayatım ve öyle rutininde geçecek sanıyordum kalan süremi. Gel gör ki öyle olmadı, ha iyi ki de olmadı çünkü olması doğasına aykırı olurmuş.
Ne anlamda olmadı… Çok iyi diye tanımladığım insan sayısında önemli bir düşüş yaşandı. Kendi adıma ilk garip ve güvensizlik problemi yaşadığım arkadaşlarımı Eskişehir’de tanıdım. Bunu yaşamayan bir üniversiteli de şimdiye kadar görmedim. Zira istesen de istemesen de, hep bahsedilen hayattaki o fazlalıkları ama tanınması gerekenleri tanımadan olmuyormuş.

Bir Genç Bakış günü :)


Üçüncü sene: İkinci sınıf yazını önceki yazın aksine ‘çabucak İzmir’e gideyim’ modunda bekledim. Çünkü canım acımıştı. Hiç inanmasam da, ‘sen iyi olduktan sonra herkes iyi’ diye düşünsem de yok… Öyle değilmiş. Dünyada o kadar insan varken hep iyisi denk gelmiyormuş. Ama aslolan kötü durumda bile iyi kalabilmekmiş, hatta hayatın büyük bir bölümü için bu denebilir sanki.
Baktığında normal görünüyor insanlar gözüne, “iyi” diyorsun ama bunun psikopatı var, ruh hastası var, dedikoducusu var, yalancısı var, kimlik bunalımı yaşayanı var, sevgilisi için kendini öldürmeye kalkanı bile var.J Sonuç olarak türlü kişilikte bir sürü insan var. Pek çok çeşidini tanıdım ben de.
Ama yine şanslıydım, çünkü yola devam edebildiğim iyi arkadaşlarım hala vardı. “Artık kimseye güvenmem” derken karşıma hala kardeş gibi olan ve öyle kalacak olan güzel insanlar çıktı. Zor zamanlarda güçlenen ve sınanan dostluğa da daha sıkı sarıldım. Artık daha da bir güçlenmiştim.  
İkinci sınıfta ‘yavaştan’ başladığım kendimi başka yönlerde geliştirme isteğime yoğunlaştım sonra. Okul aktivitelerine daha çok sarıldım, şuan çok severek yaptığım blog yazarlığına başladım. Artık yurtta yaşamıyordum ve daha çok gezmeye başladım. Çevre illerdeki arkadaşlarımla birbirimize ziyaretler yaptık. Oturdu sandığım Eskişehir’deki hayatım bu defa oturuyordu galiba…

Canlar! İlk günden son güne, hala böyle ve hep böyle :)
Tanışma şeklimizden daha fazlası olduk ve
 o benim güzeller güzeli dostum :)

Dördüncü sene: Diğer üç seneden daha farklıydı benim için. Gelecek için aldığım kararları uygulama bakımından daha aktiftim çünkü son yılımda. Ekonomi okuyordum ama yapmak istediklerim daha başkaydı. Gazeteci olma hayalim vardı, ucundan kıyısından blog yazarlığıyla adımlar atıyordum ama daha fazlası olmalıydı.
Her anı koşturarak geçen günlerimin ve emeklerimin karşılığı olarak bir şehir daha girdi hayatıma. İstanbul. Ah İstanbul! Büyük aşk İstanbul! J
Artık stajyer bir muhabirdim Milliyet gazetesinde ve İstanbul, Eskişehir, İzmir üçlemesi vardı hayatımda. Şikayetçi değildim hatta dolu geçen her dakikam için mutluydum, ve daha da fazlasını istiyordum. Dayanamadım, bu üçlüye bir de Ankara’yı ekledim. JSpikerlik sunuculuk okulumla birlikte iki okulum oldu. Her şeye vakit yaratmaya çalışırken çaldığım da uyku oldu; trenlerde, otobüslerde uyuyakaldım. Bu yoğunlukla balık eti halimden eser kalmadı (ki bu da iyi oldu J). Ama pişman mıyım; hayır hem de hiç.
Çünkü tüm bunlarla tek başıma bir şeyler yapabilmenin ve başarabilmenin güzelliğininin tadına vardım. Sonra da bir daha bırakamadım. Dört senenin en büyük armağanı da kesinlikle bu oldu diyebilirim. Ağır bavullarla gezsem de sürekli, iki saatlik uykularla hatta bazen sıfır uykuyla dursam da hayallerim vardı ve yapacak gücüm de vardı o yüzden tüm o yorgunlukları boşverdim.
Sıkıştığım zamanlar oldu, Eskişehir’i ihmal etmem gereken zamanlar oldu. Ama işte hayatımın en güzel kazançlarından oradaki can dostlar toparlanmama da yardımcı oldu. Okulda yerime imzalar mı atmadılar, sınav için notlar mı bulmadılar, projelere adımı mı yazdırmadılar, toplu kütüphane çalışmalarıyla kalacağım dediğim sınavları mı geçmedim… Saymakla bitmez ve onlara teşekkür de bitmezJ

Beraber yürüdük :)

İşte böyle bir dört senem geçti ve baktığımda da “iyi ki”ler ağır basıyor. Böyle böyle çok şey öğrendim çünkü. Dümdüz değil yol onu öğrendim, kötü olan her şey bir basamak ve seni daha üste çıkarıyor onu öğrendim. Hayal kurmanın ve onlar için çaba harcamanın güzelliğini gördüm. Bakış açım genişledi, ön yargılarım kırıldı, ömür boyu hatırlayacak hocalarım oldu. Birlikte yürüdüğüm, birlikte yürüyeceğim çok güzel dostlarım oldu ve sayelerinde ailemden başka bir ailem daha oldu.
Şimdi de hayatımı bu yaşadıklarımın büyük katkısıyla şekillendiriyorum. Hayat dediğimiz şeyin yorsa da, üzse de  şeytan tüylü bir şey olduğunu ve onu aslında hepimizin çok sevdiğini o yılların katkısıyla daha bir iyi görüyorum. Bir de gerçekten baya özlüyorum. Üniversite denilince, Eskişehir denilince, televizyonda Eskişehir’i görünce, en basitinden yolda 26 plaka görünce… Heyecanlanıyorum. Anılar canlanıyor… J


Devamını Oku

Pazar, Mayıs 20, 2012

KİTAP | Bu aralar başucumda...


Karmakarışık bir dünyada yaşıyoruz, karmakarışık şeyler yaşıyoruz. Bunlarla başa çıkabilme gücünü de bir şekilde buluyoruz. Mutluluklar mutsuzlukları dengeliyor, gündelik telaşa son hız kaptırmışken bir de bakıyoruz o telaştan eser kalmıyor, ya da kendimize bir liman arıyoruz; ki çoğu zaman da yaptığımız bu oluyor.

Benim için o en sığınak limanlar başucu kitaplarım olur her zaman. Günün tüm arta kalanlarından sıyrılmak istediğimde, başka dünyalarda soluk almak istediğimde yatağa uzanıp, başucu lambamı açıp dilini ve dünyasını sevdiklerimle geçirdiğim saatler iyi gelir. Kendimden başka hayatlara sessiz bir fonda ve sadece kendi gözümden bakmak tazeler beni.

O yüzden daha bir özeldir başucu kitaplarım. Okumanın tadını en iyi onlarla alırım. Bir taneyle de yetinemem hiçbir zaman. Kendimce belli aralıklarla güncellediğim, her ruh halime göre bir şeylerin olduğu başucumdaki komodinde bu aralar neler var, onları paylaşmak istedim bu yazımda.


-Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali: Şu sıralar ikinci defa okuyorum. Bir öncekinde eksik kalanlar varmış, her sayfada onları fark edip tamamlıyorum. Zira kolay olmayanı anlatıyor Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna’da. İnsanı anlatıyor.

Yarattığı karakterin derinliğinde, elimde bir de kalemimle insanın izini sürüyorum ben de. Bu yolculuğumda çoğalan soru işaretlerim, beraberinde çoğalan yanıt arama halim, hayata dair önemsemediğimiz, ya da fazla umursamadığımız ayrıntılar ve o ayrıntıların en yalın haliyle yarattığı etki eşlik ediyor bana.

Sonra gerçeğin sapsadeliği ama insanın karmaşıklığı… Bu ikisinin çelişkisi… Kendinden uzaklaşmak, bir yandan da kendine yaklaşmak… Bu ikisi arasında kurulan ustaca denge… Daha da pek çoğu. Uzun bir süre daha başucumda kalacak, ama daha da önemlisi hep içimde kalacak Kürk Mantolu Madonna.


-Aşkın Cep Defteri, Murathan Mungan:  Aşka dair bir şeyler okumayı sevenlerdenim ben. Anlatırken de aşkın hakkının verilmesi gerektiğine inananlardanım. Bunca yıldır ‘ne’ diye sorguladığımız, sıradanlığın ve klişenin hiç yakışmadığı aşkı yazarken emek verilmesine inananlardanım.

O yüzden işte Murathan Mungan deyince akan sular durur bende. Mart ayında çıkan bu muhteşem kitabı da bir gecede biten ancak sonra sayfaları tekrar tekrar çevrilen türden. Yani yine her satırı defalarca okunmaktan keyif alınan Murathan Mungan…


-Kediler Güzel Uyanır, Yekta Kopan: Kasım’dan beri birlikteyiz, çok da uyumluyuz. Yekta Kopan’ın o enfes kısa öykülerini kaçıncı okuyuşum bilmiyorum, ancak uzunca bir süre daha başucumda kalacak ondan eminim.

Matruşka, Diyet, Muasır Medeniyetler Mertebesi, Geometri gibi tadı başka öykülere çok güzel demek az geliyor, yavan kalıyor. Ben de içimde daha da lezzetlensin diye ayırmıyorum başucumdan.

Bir de Tarçın Kokusu öyküsündeki şu cümle; “Değil mi ki rüyalar gün boyu sakatlanan zihinlerimizin koltuk değnekleri.” Aylardır nasıl iyi geliyor…



-Sevda Sözleri, Cemal Süreya:  Az olanın, öz ve güzel olanın kıymetini hep hatırlarcasına, naçizhane tüm sadakatimle ayıramam Sevda Sözleri’ni başucumdan.

Cemal Süreya’ya hayranlığımdan, dertleşir gibi dökülen dizelerine hayranlığımdan, sanatına hayranlığımdan… Ve bir de tabii bunları okuyup hissedebildiğim için kendimi şanslı saydığımdan.

Devamını Oku

Çarşamba, Mayıs 09, 2012

MODA | Benim stil ikonum

        
Bence bir ikon işte tam da böyle olmalı. Stil sahibi ama her şeyden önce duruş sahibi. Tüm gizemi doğallığında.


Bir kadına zarafetten daha çok yakışanı var mı. Bir ikon, bir kadın işte aynen böyle zarif olmalı. Üzerinde eğreti durmamalı ama. Taşımalı zarafeti her haliyle, oturtmalı üstüne, işlemiş olmalı içine...


Bazen akışında olmalı her şey evet. Her an bir kontrol halinde zaten bozulur samimiyet. Bir ikon içinde birçok cevher taşımalı. Zarafet hep olmalı ama boşvermişlik bile yakışmalı. Bu salaş hava bile Audrey'de olduğu gibi tıpkı, eğreti durmamalı.


Baktığında hep güzel yanları görülebilmeli bir ikonun. Ama hiçbir zaman gözünü yormamalı, uğraştırmadan yapabilmeli bunu. Mesela Audrey Hepburn'ün hemen göze çarpan incecik beli ve o dolgun dolgun kirpikleri... Sizce de muhteşem değil mi...


Kalbin o ışığı aşka da yansımadan olur mu. Bir ikon aşkla da bakmalı bence. Gözler de böyle eksik kalmamalı, onlar da aşk için parlamalı.



Taşıdığı her şeyle hafızada yer etmeli bir ikon. Audrey Hepburn ve bu elbisesi gibi. Breakfast at Tiffany's filminde giydiği "gelmiş geçmiş en iyi film kostümü" seçilen bu Givenchy elbise pek çoğumuzda hayranlık uyandırmıyor mu? 


 Her şeyiyle uyumun ta kendisi olmalı bir ikon. Bu fotoğrafta rahatsız eden bir ayrıntı var mı.. Bence yok. Elinde kahvesi, gözünde güneş gözlüğü, o meşhur Givenchy elbisesi, Tiffany'nin vitrinine bakarken Audrey Hepburn yine muhteşem.


          Şaşkın bir bakış da ancak bu kadar yakışmalı. :)


Garip garip giyinen, görgüden bihaber, zarafetten bihaber, bir markanın kafalarında yarattıkları cazibesine sığınmaktan başka gösterişi olmayan olamayan, paylaşmayan, üretmeyen ve sadece tüketen boş insanlar "ikon" diye anıladursun bence bir stil ikonu aynen böyle olmalı. Audrey Hepburn gibi. Ben de post'u Audrey'in elinde sigara ağızlığıyla, ikonlaşmış meşhur fotoğrafı ve benim de çok sevdiğim o muhteşem sözüyle bitiriyorum. Diyor ki Audrey Hepburn;

"Eğer güzel gözlerin olmasını istiyorsan,
İnsanlara iyilikle bak.
Eğer saçların güzel olsun istiyorsan,
Bırak çocuklar geçirsin ellerini saçlarından.
İnce bir bedense isteğin,
Ekmeğini açlarla bölüş.
Ve güzel dudaklara sahip olmak için,
Sadece güzel sözler söyle."

Başka da bir şey söylemeye gerek var mı...







Devamını Oku

Perşembe, Mayıs 03, 2012

RÖPORTAJ | Bülent Ay ile etkili iletişim, beden dili, imaj ve mülakat teknikleri üzerine konuştuk



Etkili iletişim, doğru beden dili, düzgün ve temiz bir Türkçe ve etkili bir imaj... Bunların hepsi bizi topluma yansıtan en önemli faktörler ve kuşkusuz ki çok önemliler.

Girdiğimiz bir ortamda, bir konuşma yapacağımız zaman, bir iş görüşmesinde hepimiz elimizden geldiği ölçüde kendimizi en iyi şekilde yansıtmaya çalışıyoruz ancak neleri doğru, neleri yanlış yapıyoruz? Neleri atlıyoruz, nelere özellikle dikkat etmeliyiz? 

Bir topluluğa hitap ederken neden heyecanlanırız, bir iş görüşmesine gidildiğinde nelere önem vermeli, konuşmayı nasıl daha etkili hale getiririz, imaj ne gibi faktörlerle tamamlanmalı...



Tüm bunları uzmanıyla konuşup -ben hali okuyucularıyla paylaşmanın faydalı olacağını düşündüm. Ve bu alanın en önemli isimlerinden olan, aynı zaman da benim de hocam olan Ankara Stüdyo Ankara Medya ve İletişim Bilimleri Yöneticisi Bülent Ay'a sordum sorularımı. İşte yanıtları ve işte Bülent Ay'ın "-ben hali";



-Birçok kişi için önemli sorunlardan biri konuşurken heyecanlanmak. Neden heyecanlanırız konuşurken?

Bunun bir çok nedeni var. Tamamen psikolojik. Kişi kendi kendini heyecanlandırır. Yanlış yapma korkusu, eleştirilme korkusu, kalabalık korkusu gibi bir çok sebebe dayalı olarak bedenimizin verdiği tepki de diyebiliriz.

-Heyecan nasıl giderilebilir?

Heyecan kontrolü için değişik teknikler vardır. Örneğin konuşma yapacak isek ön çalışmayı çok ayrıntılı olarak yaparak konu hakimiyeti sağlanmalı. Soluk konusunda diyafram soluğu kullanmaya özen gösterilmeli. Konuşma alanına giderken hızlı hareket etmekten koşarak gitmekten kaçınmalı sakin adımlar ile konuşma yerine gitmeli. İlk bir dakika heyecan seviyesinin çok yüksek olduğu bir dönem olduğundan, bu dönemi hoş geldiniz ve genel konuşma başlıkları vermek sureti ile geçirmeye çalışmalı ve konunun kendisine girmeyi ertelemeli ve ilk 2 dakikalık sürede olabildiğince yavaş konuşarak cümleleri tek tek söylemeye özen gösterilmeli ve eğer kalabalık korkumuz var ise o takdirde de ilk bir dakika kalabalığa bakmamalı sadece en önde oturan birisine veya varsa kalabalık içinde arkadaşınız veya yakınınız ona bakarak konuşmalı sonra heyecan kontrolü sağlandığında ise topluluğa göz temasını yaygınlaştımalı.


-Konuşmayı nasıl daha akıcı hale getirebiliriz?

Sesi etkin kullanarak konuşma daha akıcı hale gelebilir. Asalak ses ve sözcüklerden arındırılmış bir konuşma etkili olacaktır.

-Konuşurken yapılan en belirgin hatalar neler?

Tek düze bir ses kullanımı, cümlelerin veya kelimelerin tekrarı, asalak ses ve sözcük kullanımı, plansız ve özensiz konuşma şeklinde sıralayabiliriz.

DOĞRU BİRLDİĞİMİZ BİR ÇOK YANLIŞ KELİME KULLANARAK KONUŞUYORUZ

Türkçe’ye gelecek olursak; doğru Türkçe kullanımı şüphesiz ki çok önemli. Toplumun Türkçe’ye verdiği önem konusunda neler söyleyeceksiniz?

Maalesef dilimize gereken özen gösterilmiyor. Doğru bildiğimiz bir çok yanlış kelime kullanarak konuşuyoruz. Bunun için kesinlikle bir eğitim de almak sureti ile kendimizi geliştirmeli ve olması gereken şekli ile konuşmalıyız. Bu yanlış kullanımın başlıca nedeni araştırmadan incelemeden çevremizdeki konuşmalardan etkilenip duyduğumuz şekli ile sözcükleri doğru kabul ederek konuşmak diyebiliriz.

KİŞİ HAKKINDA OLUŞACAK ÖN YARGI TAMAMEN BEDEN DİLİNE BAĞLIDIR

-Etkin bir beden dili kullanımında en çok nelere dikkat edilmeli?

Beden dilinin şüphesiz çok büyük önemi var. İletişimiz temel öğelerinden birisi. Ancak burada doğru şekilde kullanmaya çalışmalı ve abartıya da kaçmamalıyız. Kişi hakkında oluşacak özellikle ön yargı tamamen beden diline bağlıdır. Kendinden emin ve söylemi destekleyecek ve sözcükleri güçlü kılacak bir şekilde beden dilinin kullanımı kişilere güven duyulmasını sağlayacaktır.


-Biraz da imaj kavramını açarsak... Sizce kişinin imajını oluşturan en önemli faktörler neler?

İmaj kavramı tamamen görünüm diyebileceğimiz bir kavramdır. Kişisel bakım, kılık kıyafet ve seçtiğimiz tamamlayıcı aksesuar bizim dış dünyaya yansımamızdır. Bunun uyumlu ve etkileyici olması ve ortama ya da yapılacak konuşmaya uygun olması kesinlikle gereklidir.

KADINLAR KAHVERENGİ VE TONLARINDAN KAÇINMALI, ERKEKLER AKSESUAR OLARAK DOĞRU TERCİHLERDE BULUNMALI

-Kadınlar ve erkekler;  imaj konusunda özellikle nelere önem vermeli?

Kadınlar saç ve makyaj konusunda abartıdan kaçınmalı doğal bir görünüm sergilemeye çalışmalıdır. Saçın renginin doğal olmasına özen göstermeli ve makyajı ise doğal görünüm düşüncesi ile yapmalı. Abartılı aksesuardan kaçınmalıdır. Renk tercihinde olabildiğince kahverengi ve tonlarından kaçınmalı ve göz alıcı renkleri de tercih etmemelidir. Erkekler ise temiz bir giyim kuşam içinde olmalı ve özellikle diş ve el bakımını önemsemeli aksesuar olarak doğru tercihlerde bulunmalı iddialı bir görüntülü saat takmamalıdır. Cep telefonunda belli markaların kullanımı veya faturalı hat kullanımı bile ayrıntı gibi düşünülmeli ve imajı tamamlayıcı unsurlar olarak görülmelidir.

İŞ GÖRÜŞMELERİNDE SİYAH VEYA LACİVERT TONLARI TERCİH EDİLMELİ

-İş görüşmeleri ve mülakatlardan bahsedecek olursak biraz da; giyim, saç, makyaj gibi konularda ne gibi ipuçları verirsiniz?

Bu tür görüşmelerde erkekler takım elbise tercih etmeli ve siyah veya lacivert ya da mevsimine göre bunların tonları tercih edilmelidir. Renk konusu kadınlar içinde geçerlidir. Gömlek düz renk olmalı ve beyaz veya beyaza yakın renkler tercih edilmelidir. Kravatta pastel renk tercihi doğru olur alacalı ve ya desenli kravatlar tercih edilmemelidir. Ayakkabı kemer renk uyumu önemlidir. Çorap siyah veya lacivert olmalı ve düz renk olmalıdır. Kadınlarda ise ya pantolon ceket veya döpiyes etek tercih edilmeli ve içe giyilecek bluz veya gömleğin düz renk ve mümkünse beyaz veya beyaza yakın renk olmasına özen gösterilmelidir. Ayakkabı çok yüksek topuklu olmamalı ve burnu açık ayakkabı asla tercih edilmemelidir.

Bülent Ay’ın “-ben hali”

-İlk karşılaştığım birinde en  çok  kılık kıyafetine  dikkat ederim.

-Bir erkek mülakatta veya önemli bir görüşmede asla  spor kıyafet  giymemeli.

-Bir kadın mülakatta veya önemli bir görüşmede asla  dikkat çekici dekoltesi olan bir kıyafet   giymemeli.

-Bence en önemli nezaketsizlik belirtisi  misafir olduğunuz makamda izinsiz koltuğa oturmak.

-Heyecanı yatıştırmak için ilk yapılması gereken  soluk kontrolüdür.

 -Türkçe kullanımında yapılan en önemli yanlış  ünlü harflerin  yanlış kullanımı.

-Beden dilini kullanırken  göz teması  asla ihmal edilmemeli.

-Etkili iletişimin en önemli üç anahtarı  diksiyon, etkin ses kullanımı, doğru beden dili kullanımı.


Devamını Oku