Azla çok arasındaki o çizgide yürüyedururken pek çok defa geri dönsek de, düşüp kalksak ve dizlerimizi kanatsak da, döneceğimiz yer, vuracağımız dip hemen hemen belli olsa da "çok"un sınırı konusunda pek tamahkar olamıyoruz. Azla çok arasında geçen yolculukta çoğu zaman "çok"ta birikip yığılıyoruz.
Ben de hep çok olanlardanım. Çok seven, çok çalışmak için uğraşan, daha çok okumak için uykusuz kalan, bazen çok yorulan, çok alışveriş yapan, çok abartan, çok çabuk soğuyan, çok sıkılanım. "Çok"un büyüsünü tattığımdan inadına civarında gezinen, bazı zamanlar yığılmadan dolayı kendime yer bulamayanım. Bazen son bir umut bakan, bazen bomboş ellerimle sıfıra doğru ama gözüm yine arkada yola koyulanım.
Aza doğru koyulduğum dingin yolda kalabalıklardan sıyrılıp aynalara baka baka kendime muhasebe yapanım. Bazen kabullenmeden adım atmanın mümkün olmadığını görenim. Ama yine de bazı kelimeleri, bazı anları, bazı ifadeleri "az"a yakıştıramıyorum. Mesela zamanı iki ay geri saracak olursak; sıcacık bir yaz gününde yalın ayalarımla yere basıp vücudumda negatif elektriğin kırıntısını bırakmadığım bu günü aza yakıştıramıyorum. Aksine sanırım böyle böyle "çok"a olan tutkumu pekiştiriyorum! :o