Okumayı hep çok sevdim ve hiçbir zaman, hiçbir dönem tek bir kitap insanı olamadım. Aynı anda okuduğum, o günkü ruh halime göre yanımda veya başucumda olan farklı kitaplarım oldu hep. Geçtiğimiz bir hafta içi de çok siyah beyaz hissettiğim, sadelikten güç almak istediğim bir gündü, ben de yanıma Justine Picardie'nin "Coco Chanel Efsanesi ve Hayatı"nı almıştım.
Fırtınanın hiç dinmediği, suların hiç durulmadığı bir hayattan bir peri masalı yaratmak, tüm zorluklardan başarıyla çıkmak, fark yaratmak, ufak şapka dükkanlarından zirveye oturmak... Chanel'inki gerçekten kitabı yazılacak, adını daha kaç yüzyıla kazıyacak bir hayatmış. Ancak tüm o ışıltılı hayata, katlanarak büyüyüp parıldayan başarılara rağmen kırık ve yalnız bir kalbi olmuş... Coco Chanel Efsanesi ve Hayatı'nda zor bir hayatın öyküsüne serpilmiş bir sürü mucize de var. Ve Chanel'in o dev mucizelerin zeminini aslında ne zorluklarla ve kendi yordamıyla doldurduğu... Gabrielle iken nasıl Coco Chanel olduğu...
Ben de bu kitapla evden çıkarken ona siyah beyazlarımı uydurdum. Bu ikilinin uyumunu, sadelikten gelen şıklığı, yalınlıkta gizli zarafeti, 'var ama yok' algısını, 'less is more' mottosunu da her zaman çok sevip şaşaaya yeğliyorum.
Aslında hayatımız boyunca oturmaya çalışan stilimiz, bizimle büyüyüp gelişiyor, ancak bir ekseni var ve o eksenden kolay kolay çıkmıyor. Ben Chanel'i okurken onunla siyah-beyazların ve yalın zarafetin ekseninde kesiştiğimizi gördüm. Bir gün belki özbeöz bir Chanel parçayla da yollarımız kesişebilir; o zaman yalın-sade bir sevinç yaşar mıyım? Hiç zannetmiyorum :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder