Pazartesi, Temmuz 20, 2015

LIFESTYLE | 27



Tam 27 sene önce, sıcacık bir Temmuz ayında doğdum. Tarihler 20 Temmuz 1988'i gösteriyormuş ki sıcacık anne karnını çok sevdiğimden olacak, ilk geldiğimde pek ses seda etmeyip sonra yamacından ayrılmadığım annemin ilk annelik heyecanı, hep bir kızı olsun isteyen babamın ilk göz ağrısı oldum.

Şükürler olsun ki hep çok sevildim. Geniş bir ailem vardı. Daralmayıp giderek genişleyen bir sevgi çemberi içinde büyüdüm. Üç sene sonra ise şimdiye kadar hayatta olmaktan en mutlu olduğum şeydim; artık abla da olmuştum. Dünyanın en güzel kardeşiyle, paylaşmayı, korumayı, güvenmeyi, kavga ettikten beş dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi devam etmenin güzelliğini öğrendim. Onu yeri geldi arkama aldım her şeyden sakındım, yeri geldi korktum önümde durmasını istedim, ama yanı başımdan bir dakika bile ayırmadım. 


Duygusaldım, detaycıydım, hassastım. Konuşmayı, okumayı, yazmayı hep sevdim ve hatta tüm bunlarla hayli erken tanıştım. Daha bir buçuk yaşında ana haber bültenlerini kaçırmayan, ülkenin kabinesini, dünya ülkelerinin devlet büyüklerini takip edip hepsinin ismini sırayla saymak gibi ilginç merakları olan, beş yaşında da okumayı ve yazmayı sökmüş bir kız çocuğuydum. Zaten  her yaşımda da en çok bu şekilde "ben" oldum. Anlatarak, okuyarak, hele ki bir de yazarak.

Güzel arkadaşlar biriktirdim. İçlerinden bazılarını hayatın bana hediye ettiği kardeşler olarak benimsedim. Bazen bana güç olmalarını, bazen "hadi yaparsın"ım olmalarını, bazen sadece dinlemelerini, bazen de acımasız da olsa eleştirenim olmalarını istedim. Zira kabuklarımı en çok onlara kırmıştım. Ve bana hayal ettiğimden fazlası olan güzel dostluklarını verdikleri için onlara hep teşekkür ettim.


Ve aşık oldum. Yaklaşık yedi senedir birbirinden tamamen farklı iki insanın aslında nasıl "bir" olabileceğinin güzelliğini yaşıyorum. Birbiri söz konusu olduğunda akan suları durdurabilecek, hayatta en önemli kararları beraber alabilecek, en keyifli şeyleri beraber yapabilecek, en zor şeyleri beraber aşabilecek "iki"nin diğer yarısı olduğum için, çokça şımartılıp ayaklarım yerden kesilecek kadar sevildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.

Her sabah nefes aldığıma şükrederek başladığım günleri bazen çok mutlu, bazen "keşke" diyerek, bazen dipsiz bir kuyuyu durmaksızın sadece ben kazacakmışım gibi umutsuz, bazen heyecandan yerimde duramayarak bitiriyorum. Bazen devamını getiremiyorum, bazen kurduğum hayallerin içimde yarattığı ışığa olanca kalbimle inanıp peşinden gidiyorum. Bazen soluksuz kalsam da olanca gücümle koşuyor, bazen sadece izliyorum.

Defolarımı, sabırsızlıklarımı, heyecanımı, gürültülü halimi, ucu bucağı olmayan hayallerimi; hepsini beni ben yaptıkları için çok seviyorum. 27 pek çok şeye gebe ve ben getireceği güzellikler için şimdiden sabırsızlanıyorum. İyi ki doğdum diyebiliyorum. Gri günlerim için bu güzelliklerden güç almayı planlıyorum. Ve aslında hayattan da çok şey istemiyorum.

Her şeyden önemlisi ben kendi mutluluğuma giden yolu bence buldum. Ve sağlıkla, inançla, sevdiklerimle, hayat ışığımı hiç kaybetmeden tüm kalbimle orada olmak istiyorum. Daha fazlasını değil. Ve bence 27 de bu dileklerime kulak verip bana uğur ve şans getirir...

2 yorum: