Beton yığını ofislerde gününün yarısını geçirmeyenler, çalışma yerini belirleme lüksü olanlar, bir de bunun için dağı, tepeyi, yeşili, deniz kenarını seçenler; size nasıl özeniyorum bir bilseniz!
Günlerdir işten eve dönerken “deniz kenarı olsun” mottosuyla yer seçimimi yaptığım otobüslerde bunu düşünüyorum hatta! Beton ofislere bir de arta kalan zamanların hatırı sayılır bölümünü işgal eden AVM’ler eklenince bünyemin “isyaaan” çığlıklarından sesi kısılmak üzereydi. Biz de o sese babamla kulak verdik ve dün kendimizi Güzelbahçe’ye attık.
İzmir’de adım adım cennetin izini sürmek istiyorsanız pek çok rotanız vardır. Benim için onların en güzeli de Güzelbahçe’den başlar, Urla’ya uzanır, Çeşme’yle devam eder. Çok istediğim, Çeşme’de bu sene beşincisi düzenlenen Ot Festivali’ne gidemesem de Güzelbahçe de güzel bir gün için kafi oldu o yüzden.
Uzunca bir sahil yürüyüşünün ardından dinlenmek için bir kafeyi değil deniz kenarındaki kayalıkları seçtik. Babamla hem derin sohbete daldık hem fotoğraf çektik hem de iyotun insan hayatındaki yeri ve önemini anladık. J
Yemek içinse hayli hararetli bir tavsiye! Güzelbahçe’deki Balık Hali’nin yanında yer alan salaş balıkçı Ferhat Büfe. Çok sevdiğim balığın, balık ekmek formunu oradan daha güzel yapan yer görmedim, duymadım bilmiyorum. Midyeleri de bir harikaydı. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın derim!
Günün kalan kısmına da Salinger eşlik etti Dokuz Öykü’süyle. Zaten bu güne de hayatın tam göbeğinden, alengirin zerresi bulunmayan öyküler kadar iyi bir tamamlayıcı olamazdı.
Sonra mesela bu çok özlediğimiz basit günler, deniz görünce koşulsuz teslim oluşumuz, alınan yeni kararlar, üstü çizilenler, o yenilenmişlik hissi; belki de hepsi Salinger'in dünyasındaki o abartısız öyküler tadındaydı.
Herkese mutlu pazarlar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder